English    Türkçe    فارسی   

6
3654-3703

  • Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
  • گر نمی‌گفت این سخن را آن پدر  ** ور نمی‌فرمود زان قلعه حذر 
  • O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile. 3655
  • خود بدان قلعه نمی‌شد خیلشان  ** خود نمی‌افتاد آن سو میلشان 
  • Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
  • کان نبد معروف بس مهجور بود  ** از قلاع و از مناهج دور بود 
  • Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
  • چون بکرد آن منع دلشان زان مقال  ** در هوس افتاد و در کوی خیال 
  • Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
  • رغبتی زین منع در دلشان برست  ** که بباید سر آن را باز جست 
  • Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir.
  • کیست کز ممنوع گردد ممتنع  ** چونک الانسان حریص ما منع 
  • Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrı’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür. 3660
  • نهی بر اهل تقی تبغیض شد  ** نهی بر اهل هوا تحریض شد 
  • Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
  • پس ازین یغوی به قوما کثیر  ** هم ازین یهدی به قلبا خبیر 
  • Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.
  • کی رمد از نی حمام آشنا  ** بل رمد زان نی حمامات هوا 
  • Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
  • پس بگفتندش که خدمتها کنیم  ** بر سمعنا و اطعناها تنیم 
  • Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür dediler.
  • رو نگردانیم از فرمان تو  ** کفر باشد غفلت از احسان تو 
  • Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler. Tanrı’yı anmadılar bile. 3665
  • لیک استثنا و تسبیح خدا  ** ز اعتماد خود بد از ایشان جدا 
  • Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin başlangıcında anlatıldı.
  • ذکر استثنا و حزم ملتوی  ** گفته شد در ابتدای مثنوی 
  • Yüz tane kitap olsa hepsi de bir baptan ibarettir. Yüz tarafta da bir tek mihraba dönülür.
  • صد کتاب ار هست جز یک باب نیست  ** صد جهت را قصد جز محراب نیست 
  • Bu yolların hepsi de tek bir eve çıkar. Bu binlerce başak, bir tek tohumdan meydana gelmiştir.
  • این طرق را مخلصی یک خانه است  ** این هزاران سنبل از یک دانه است 
  • Çeşit, çeşit yüz binlerce yemekler vardır. Fakat yemek olmak bakımından hepside bir şeydir.
  • گونه‌گونه خوردنیها صد هزار  ** جمله یک چیزست اندر اعتبار 
  • Bir tanesini yedin de tamamıyla doydun mu elli tane yemek olsa hepsinden soğursun. 3670
  • از یکی چون سیر گشتی تو تمام  ** سرد شد اندر دلت پنجه طعام 
  • Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün.
  • در مجاعت پس تو احول دیده‌ای  ** که یکی را صد هزاران دیده‌ای 
  • O halayığın hastalığını, doktorların ahvalini, kusurlarını, anlayışsızlıklarını söylemiştik ya.
  • گفته بودیم از سقام آن کنیز  ** وز طبیبان و قصور فهم نیز 
  • Hekimler, yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri bile yoktu.
  • کان طبیبان هم‌چو اسپ بی‌عذار  ** غافل و بی‌بهره بودند از سوار 
  • Damakları, gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
  • کامشان پر زخم از قرع لگام  ** سمشان مجروح از تحویل گام 
  • Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici demiyorlardı, haberleri yoktu bundan. 3675
  • ناشده واقف که نک بر پشت ما  ** رایض و چستیست استادی‌نما 
  • Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili süvariden.
  • نیست سرگردانی ما زین لگام  ** جز ز تصریف سوار دوست‌کام 
  • Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse dikenmiş diyen yoktu.
  • ما پی گل سوی بستان‌ها شده  ** گل نموده آن و آن خاری بده 
  • Hiçbiri, aklını başına alıp da bizim boğazımızı kim tekmeliyor demedi gitti.
  • هیچ‌شان این نی که گویند از خرد  ** بر گلوی ما کی می‌کوبد لگد 
  • Hekimler, sebebe kul kesilmişler, Tanrı hilesini görememişlerdi.
  • آن طبیبان آن‌چنان بنده‌ی سبب  ** گشته‌اند از مکر یزدان محتجب 
  • Bir ahıra öküz bağlasan, sonra öküzün yerinde bir eşeği bağlı bulsan, 3680
  • گر ببندی در صطبلی گاو نر  ** باز یابی در مقام گاو خر 
  • Bu işi gizlice kim yaptı diye araştırmaz, uykudaymış gibi gaflet edersen bu, eşekliktir.
  • از خری باشد تغافل خفته‌وار  ** که نجویی تا کیست آن خفیه کار 
  • Kendi kendine “ Bunu değiştiren kim? Görünmüyor ama acaba göktekilerden biri mi yaptı bu işi” demiyorsun ha?
  • خود نگفته این مبدل تا کیست  ** نیست پیدا او مگر افلاکیست 
  • Oku dosdoğru sağ tarafa attın, gördün ki sola gitti!
  • تیر سوی راست پرانیده‌ای  ** سوی چپ رفتست تیرت دیده‌ای 
  • Bir ceylân avlamak için at sürdün, domuza av oldun!
  • سوی آهویی به صیدی تاختی  ** خویش را تو صید خوکی ساختی 
  • Kazanç için kâr elde etmeye koştun, kâr şöyle dursun, hapse girdin. 3685
  • در پی سودی دویده بهر کبس  ** نارسیده سود افتاده به حبس 
  • Başkaları için kuyu kazdın, bir de gördün ki o kuyuya sen düşmüşsün.
  • چاهها کنده برای دیگران  ** خویش را دیده فتاده اندر آن 
  • Görüyorsun ki Tanrı, sebeplere el attın ama seni muradına eriştirmedi. Peki neden sebepler hakkında bir kötü zanna düşmedin?
  • در سبب چون بی‌مرادت کرد رب  ** پس چرا بدظن نگردی در سبب 
  • Niceler, kazançla padişah kesildiler, niceler de kazanç peşinde çırçıplak kaldılar.
  • بس کسی از مکسبی خاقان شده  ** دیگری زان مکسبه عریان شده 
  • Nice kişi, kadın olarak Kaarun oldu. Nice kişi de kadın yüzünden borçlandı.
  • بس کس از عقد زنان قارون شده  ** بس کس از عقد زنان مدیون شده 
  • Şu halde sebep, eşeğin kuyruğu gibi oynar, döner durur. Ona pek dayanmazsan daha iyi edersin. 3690
  • پس سبب گردان چو دم خر بود  ** تکیه بر وی کم کنی بهتر بود 
  • Hattâ sebebe yapışırsan bile yiğit olmamalısın ki altında nice tehlikeler gizlidir.
  • ور سبب گیری نگیری هم دلیر  ** که بس آفت‌هاست پنهانش به زیر 
  • İşte bu tedbir ve çekinme “ Tanrı izin verirse” demenin sırrıdır. Çünkü bu kaza ve kader, insana eşeği keçi gösterir.
  • سر استثناست این حزم و حذر  ** زانک خر را بز نماید این قدر 
  • Bir adam, yiğit ve akıllı bile olsa kaza ve kader, onun gözünü bağladı mı şaşkınlığından eşek gözüne keçi görünür.
  • آنک چشمش بست گرچه گربزست  ** ز احولی اندر دو چشمش خربزست 
  • Gözleri döndüren Tanrı’dır. Peki gönlü ve fikirleri döndüren kimdir?
  • چون مقلب حق بود ابصار را  ** که بگرداند دل و افکار را 
  • Kuyuyu lâtif bir ev görürsün, tuzağı zarif bir tane. 3695
  • چاه را تو خانه‌ای بینی لطیف  ** دام را تو دانه‌ای بینی ظریف 
  • Bu, sofestailik değildir. Tanrı’nın değiştirmesidir. Hakikatler nerede? Sana böyle gösterir işte.
  • این تفسطط نیست تقلیب خداست  ** می‌نماید که حقیقتها کجاست 
  • Hakikatleri inkâr eden tamamıyla bir hayal peşine düşmüştür.
  • آنک انکار حقایق می‌کند  ** جملگی او بر خیالی می‌تند 
  • Fakat demez ki her şeyi hayal sanan da bir hayal olur mu? Gözünü ov da bak!
  • او نمی‌گوید که حسبان خیال  ** هم خیالی باشدت چشمی به مال 
  • Şehzadelerin “İnsan neden men edilirse ona haristir “ hükmüne uyup—Biz kendi kulluğumuzu gösterdik ama senin kötü huyun kulolmayı bilmiyor ki—o gitmeyin denilen kalye gitmeleri, babalarının bütün vasiyetlerini, bütün öğütlerini ayaklarının altına almaları, nihayet belâ kuyusuna düşmeleri, nefs-i levvam’nin onlara “ Size bir korkutucu gelmedi mi? “ sözüne karşılık ağlaya ağlaya ve pişmanlıkla “Geldi. Duysaydık, dinleseydik, Yahut aklımız olsaydı cehennemlikler arasına girmezdik” diye cevap vermeleri
  • رفتن پسران سلطان به حکم آنک الانسان حریص علی ما منع ما بندگی خویش نمودیم ولیکن خوی بد تو بنده ندانست خریدن به سوی آن قلعه‌ی ممنوع عنه آن همه وصیت‌ها و اندرزهای پدر را زیر پا نهادند تا در چاه بلا افتادند و می‌گفتند ایشان را نفوس لوامه الم یاتکم نذیر ایشان می‌گفتند گریان و پشیمان لوکنا نسمع او نعقل ماکنا فی اصحاب السعیر 
  • Bu sözün sonu gelmez. Şehzadeler, o kaleye gitmek için yola düştüler.
  • این سخن پایان ندارد آن فریق  ** بر گرفتند از پی آن دز طریق 
  • Meyvesini yemeyin denen ağaca yürüdüler. İhlas sahiplerinin tavlasından çıktılar. 3700
  • بر درخت گندم منهی زدند  ** از طویله‌ی مخلصان بیرون شدند 
  • Babalarının gütmeyin demesinden büsbütün hararetlendiler. O kaleye yüz çevirdiler.
  • چون شدند از منع و نهیش گرم‌تر  ** سوی آن قلعه بر آوردند سر 
  • O seçilmiş Padişahın sözüne karşı durdular. İnsanın sabrını yakıp yandıran “ Hüş-rüba” kalesine yüz tuttular.
  • بر ستیز قول شاه مجتبی  ** تا به قلعه‌ی صبرسوز هش‌ربا 
  • Öğütleri kabul eden aklın inadına gündüzden döndüler de kapkaranlık geceye daldılar.
  • آمدند از رغم عقل پندتوز  ** در شب تاریک بر گشته ز روز