English    Türkçe    فارسی   

6
4498-4547

  • Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
  • آن سری که نیست فوق آسمان  ** از هوس او را در آن صندوق دان 
  • Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
  • چون ز صندوق بدن بیرون رود  ** او ز گوری سوی گوری می‌شود 
  • Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren! 4500
  • این سخن پایان ندارد قاضیش  ** گفت ای حمال و ای صندوق‌کش 
  • Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
  • از من آگه کن درون محکمه  ** نایبم را زودتر با این همه 
  • Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
  • تا خرد این را به زر زین بی‌خرد  ** هم‌چنین بسته به خانه‌ی ما برد 
  • Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
  • ای خدا بگمار قومی روحمند  ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند 
  • Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
  • خلق را از بند صندوق فسون  ** کی خرد جز انبیا و مرسلون 
  • Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
  • از هزاران یک کسی خوش‌منظرست  ** که بداند کو به صندوق اندرست 
  • O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
  • او جهان را دیده باشد پیش از آن  ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان 
  • Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
  • زین سبب که علم ضاله‌ی مومنست  ** عارف ضاله‌ی خودست و موقنست 
  • Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
  • آنک هرگز روز نیکو خود ندید  ** او درین ادبار کی خواهد طپید 
  • Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
  • یا به طفلی در اسیری اوفتاد  ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد 
  • Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır. 4510
  • ذوق آزادی ندیده جان او  ** هست صندوق صور میدان او 
  • Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
  • دایما محبوس عقلش در صور  ** از قفس اندر قفس دارد گذر 
  • Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
  • منفذش نه از قفس سوی علا  ** در قفس‌ها می‌رود از جا به جا 
  • Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
  • در نبی ان استطعتم فانفذوا  ** این سخن با جن و انس آمد ز هو 
  • Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
  • گفت منفذ نیست از گردونتان  ** جز به سلطان و به وحی آسمان 
  • Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur. 4515
  • گر ز صندوقی به صندوقی رود  ** او سمایی نیست صندوقی بود 
  • Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.
  • فرجه صندوق نو نو مسکرست  ** در نیابد کو به صندوق اندرست 
  • Bu sandıklara kapılmazsa o vakit kadı gibi kurtulmayı aramaya başlar.
  • گر نشد غره بدین صندوق‌ها  ** هم‌چو قاضی جوید اطلاق و رها 
  • Bu nişaneyi bilen, sandıkta olduğunu anlar, korkusuz ve feryatsız durmaz.
  • آنک داند این نشانش آن شناس  ** کو نباشد بی‌فغان و بی‌هراس 
  • Kadı gibi boyuna titrer, canı, bir an olsun nerden neşelenecek? Hep onu özler.
  • هم‌چو قاضی باشد او در ارتعاد  ** کی برآید یک دمی از جانش شاد 
  • Kadı naibinin pazara gelerek Cuha' dan sandığı satın alması
  • آمدن نایب قاضی میان بازار و خریداری کردن صندوق را از جوحی الی آخره 
  • Naip gelip bu sandık kaça? dedi. Cuha, dokuz yüz altından fazla veriyorlar. 4520
  • نایب آمد گفت صندوقت به چند  ** گفت نهصد بیشتر زر می‌دهند 
  • Fakat ben binden aşağı veremem. Alacaksan aç bak, paranı ortaya dök dedi.
  • من نمی‌آیم فروتر از هزار  ** گر خریداری گشا کیسه بیار 
  • Naip, ey hırkası kısa, utan, sandığın değeri meydanda dedi.
  • گفت شرمی دار ای کوته‌نمد  ** قیمت صندوق خود پیدا بود 
  • Cuha, hayır dedi. Görmeden alım satım, şer'î değildir. Malımızı kilim altında satmamız doğru değil.
  • گفت بی‌ریت شری خود فاسدیست  ** بیع ما زیر گلیم این راست نیست 
  • Açayım, bir bak, gör. Değmezse satın alma. Sana da ziyan olmasın babacığım.
  • بر گشایم گر نمی‌ارزد مخر  ** تا نباشد بر تو حیفی ای پدر 
  • Naip ey sırları örten dedi, sırrı açma. Benimle uyuş. Ben bunu böyle kapalı olarak alacağım. 4525
  • گفت ای ستار بر مگشای راز  ** سرببسته می‌خرم با من بساز 
  • Ört de senin ayıbını da örtsünler. Kendine emin olmadıkça kimseye gülme.
  • ستر کن تا بر تو ستاری کنند  ** تا نبینی آمنی بر کس مخند 
  • Niceleri bu sandıkta senin gibi kalmış, kendisini belâlara uğratmıştır.
  • بس درین صندوق چون تو مانده‌اند  ** خوش را اندر بلا بنشانده‌اند 
  • Kendine yapılmasını istediğin şeyi âleme yap, ister eziyet olsun, ister zarar.
  • آنچ بر تو خواه آن باشد پسند  ** بر دگر کس آن کن از رنج و گزند 
  • Çünkü Tanrı, gözetleme yerindedir, pusudadır. Kıyamet gününden önce herkesin lâyığını verir.
  • زانک بر مرصاد حق واندر کمین  ** می‌دهد پاداش پیش از یوم دین 
  • Onun arşı pek büyüktür, onun arşı her şeyi kaplamıştır. İhsanının tahtı, bütün canlara yayılmıştır. 4530
  • آن عظیم العرش عرش او محیط  ** تخت دادش بر همه جانها بسیط 
  • Arşının bir köşesi de sana ulaşmıştır. Kendine gel de elini din ve adaletten, lütuf ve ihsandan başka bir şey için oynatma,
  • گوشه‌ی عرشش به تو پیوسته است  ** هین مجنبان جز بدین و داد دست 
  • Daima kendi ahvalini gözet. Adalette bulundun mu gönül huzurunu gör, zulümden sonra da vicdan azabını.
  • تو مراقب باش بر احوال خویش  ** نوش بین در داد و بعد از ظلم نیش 
  • Cuha, doğru dedi; bu yaptığım sitem ama bilki ilk yapan daha zalimdir.
  • گفت آری اینچ کردم استم است  ** لیک هم می‌دان که بادی اظلم است 
  • Naip, tek tek hepimizde ilk zulüm yapanız. Yüzümüzün karasiye sevinmedeyiz.
  • گفت نایب یک به یک ما بادییم  ** با سواد وجه اندر شادییم 
  • Zenci gibi hani. O da sevinçlidir, neşelidir. Kendi yüzünü kendisi görmez, başkası görür dedi. 4535
  • هم‌چو زنگی کو بود شادان و خوش  ** او نبیند غیر او بیند رخش 
  • Hâsılı bu alım satımda macera uzadı. Nihayet naip yüz altın verip sandığı satın aldı.
  • ماجرا بسیار شد در من یزید  ** داد صد دینار و آن از وی خرید 
  • Ey kötü işleri beğenen! Sen de daima sandıktasın; seni hatifler ve gayb âleminde olanlar, satın alıp dururlar.
  • هر دمی صندوقیی ای بدپسند  ** هاتفان و غیبیانت می‌خرند 
  • Mustafa salavatullahi aleyh, "Ben kimin mevlâsıysam şüphe yok ki, Ali, onun mevlâsıdır" buyurdu. Münafıklar, "Kâfi değil miydi ki kendisine muti olduk, kul köle kesildik. Bir de, daha çocukluktan kurtulmamış zata bizi kul köle yapmada" diye kınadılar.
  • در تفسیر این خبر کی مصطفی صلوات‌الله علیه فرمود من کنت مولاه فعلی مولاه تا منافقان طعنه زدند کی بس نبودش کی ما مطیعی و چاکری نمودیم او را چاکری کودکی خلم آلودمان هم می‌فرماید الی آخره 
  • Bu yüzden ictihat sahibi Peygamber kendine de mevlâ adını taktı, Ali'ye de.
  • زین سبب پیغامبر با اجتهاد  ** نام خود وان علی مولا نهاد 
  • Dedi ki: Ben kimin mevlâsı ve dostuysam amcamın oğlu Ali, onun mevlâsıdır.
  • گفت هر کو را منم مولا و دوست  ** ابن عم من علی مولای اوست 
  • Mevlâ kimdir? Seni azadeden, ayağındaki kulluk pırangasını çözüp atan! 4540
  • کیست مولا آنک آزادت کند  ** بند رقیت ز پایت بر کند 
  • Hürlük yolunu gösteren peygamberliktir. Müminler, peygamberlerden azatlık bulurlar.
  • چون به آزادی نبوت هادیست  ** مومنان را ز انبیا آزادیست 
  • Ey inananlar, sevinin. Selvi gibi, süsen gibi hür olun.
  • ای گروه مومنان شادی کنید  ** هم‌چو سرو و سوسن آزادی کنید 
  • Fakat her an, yeşermiş, güzelleşmiş, bezenmiş gül bahçesi gibi dilsiz dudaksız olarak suya şükredin!
  • لیک می‌گویید هر دم شکر آب  ** بی‌زبان چون گلستان خوش‌خضاب 
  • Selvilerle yeşillik, daima dilsiz, dudaksız olarak suya ve ilkbaharın adaletine şükredip durmadadır.
  • بی‌زبان گویند سرو و سبزه‌زار  ** شکر آب و شکر عدل نوبهار 
  • Güzelim elbiseler giymiştir, eteğini sürüyerek sarhoş bir balde oynamada, güzel bir halde etrafa amber saçmadadır. 4545
  • حله‌ها پوشیده و دامن‌کشان  ** مست و رقاص و خوش و عنبرفشان 
  • Bedenleri, meyva incileriyle dolu bir hokkaya dönmüş, her cüzüleri, bahar padişahından gebe kalmıştır.
  • جزو جزو آبستن از شاه بهار  ** جسمشان چون درج پر در ثمار 
  • Meryemler, kocasız olarak Mesih'e gebe kalmışlardır sanki. Susmaktadırlar, fakat sözsüz olarak fasih bir surette konuşuyorlar:
  • مریمان بی شوی آبست از مسیح  ** خامشان بی لاف و گفتاری فصیح