English    Türkçe    فارسی   

6
878-927

  • Ben de suçları yargılayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.
  • من هم از بهر خداوند غفور  ** می‌زنم بر در به اومیدش سحور 
  • Parasını almak için müşterimi istiyorsun? Gönül, Allah’dan daha iyi müşteri nerede var?
  • مشتری خواهی که از وی زر بری  ** به ز حق کی باشد ای دل مشتری 
  • Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir. 880
  • می‌خرد از مالت انبانی نجس  ** می‌دهد نور ضمیری مقتبس 
  • Hakikatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.
  • می‌ستاند این یخ جسم فنا  ** می‌دهد ملکی برون از وهم ما 
  • Birkaç katra göz yaşı alır, şekerlerin, balların hased ettiği kevseri bağışlar.
  • می‌ستاند قطره‌ی چندی ز اشک  ** می‌دهد کوثر که آرد قند رشک 
  • Sevdalarla, dertlerle dolu ah-ı alır, her ah-a karşılık yüzlerce kârlı mevkii lûtfeder.
  • می‌ستاند آه پر سودا و دود  ** می‌دهد هر آه را صد جاه سود 
  • Gözyaşı bulutunun sürdüğü ah bulutu yüzündendir ki Halil’e fazla ah eden dedi.
  • باد آهی که ابر اشک چشم راند  ** مر خلیلی را بدان اواه خواند 
  • Gel de hemen şu eşi olmayan alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde bir olan beyliği al. 885
  • هین درین بازار گرم بی‌نظیر  ** کهنه‌ها بفروش و ملک نقد گیر 
  • Eğer bir şüphe gelir de yolunu vurursa ticarette bulunan peygamberleri kendine senet yap.
  • ور ترا شکی و ریبی ره زند  ** تاجران انبیا را کن سند 
  • O padişahlar padişahı, onların talihlerini öyle yaver etti, onlara öyle bir baht verdi ki dağlar bile onların pılı pırtılarını çekmeye muktedir değildir.
  • بس که افزود آن شهنشه بختشان  ** می‌نتاند که کشیدن رختشان 
  • Bilâl, Hicaz sıcağında Mustafa aliyhisselâm’ın sevgisiyle “ Allah birdir, birAhad ahad “ derdi . Efendisi de kâfirlik gayretiyle kuşluk zamanları Hicaz güneşinin altında onu dikenle döverdi. Bilâl’in vücudu yaralanır, yaraların dan kan fışkırır, fakat yine ihtiyarsız olarak ağzından “ Ahad ahad “ sözü çıkardı, nitekim dertliler de ihtiyarsız bir surette feryad eder, inlerler.. Bilâl ,aşk derdiyle doluydu. Firavun’un büyücüleri Cercis Peygamber ve daha sayısız erler gibi oda bu derde düştüğünden diken derdinden kurtulmayı düşünmüyor , o derde aldırış bile etmiyordu.
  • قصه‌ی احد احد گفتن بلال در حر حجاز از محبت مصطفی علیه‌السلام در آن چاشتگاهها کی خواجه‌اش از تعصب جهودی به شاخ خارش می‌زد پیش آفتاب حجاز و از زخم خون از تن بلال برمی‌جوشید ازو احد احد می‌جست بی‌قصد او چنانک از دردمندان دیگر ناله جهد بی‌قصد زیرا از درد عشق ممتلی بود اهتمام دفع درد خار را مدخل نبود هم‌چون سحره‌ی فرعون و جرجیس و غیر هم لایعد و لا یحصی 
  • Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
  • تن فدای خار می‌کرد آن بلال  ** خواجه‌اش می‌زد برای گوشمال 
  • Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
  • که چرا تو یاد احمد می‌کنی  ** بنده‌ی بد منکر دین منی 
  • Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi. 890
  • می‌زد اندر آفتابش او به خار  ** او احد می‌گفت بهر افتخار 
  • Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
  • تا که صدیق آن طرف بر می‌گذشت  ** آن احد گفتن به گوش او برفت 
  • Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
  • چشم او پر آب شد دل پر عنا  ** زان احد می‌یافت بوی آشنا 
  • Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
  • بعد از آن خلوت بدیدش پند داد  ** کز جهودان خفیه می‌دار اعتقاد 
  • Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
  • عالم السرست پنهان دار کام  ** گفت کردم توبه پیشت ای همام 
  • Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu. 895
  • روز دیگر از پگه صدیق تفت  ** آن طرف از بهر کاری می‌برفت 
  • Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
  • باز احد بشنید و ضرب زخم خار  ** برفروزید از دلش سوز و شرار 
  • Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
  • باز پندش داد باز او توبه کرد  ** عشق آمد توبه‌ی او را بخورد 
  • Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
  • توبه کردن زین نمط بسیار شد  ** عاقبت از توبه او بیزار شد 
  • İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
  • فاش کرد اسپرد تن را در بلا  ** کای محمد ای عدو توبه‌ها 
  • Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar? 900
  • ای تن من وی رگ من پر ز تو  ** توبه را گنجا کجا باشد درو 
  • Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
  • توبه را زین پس ز دل بیرون کنم  ** از حیات خلد توبه چون کنم 
  • Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
  • عشق قهارست و من مقهور عشق  ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق 
  • Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
  • برگ کاهم پیش تو ای تند باد  ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد 
  • Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
  • گر هلالم گر بلالم می‌دوم  ** مقتدی آفتابت می‌شوم 
  • Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur. 905
  • ماه را با زفتی و زاری چه کار  ** در پی خورشید پوید سایه‌وار 
  • Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
  • با قضا هر کو قراری می‌دهد  ** ریش‌خند سبلت خود می‌کند 
  • Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
  • کاه‌برگی پیش باد آنگه قرار  ** رستخیزی وانگهانی عزم‌کار 
  • Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
  • گربه در انبانم اندر دست عشق  ** یک‌دمی بالا و یک‌دم پست عشق 
  • O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
  • او همی‌گرداندم بر گرد سر  ** نه به زیر آرام دارم نه زبر 
  • Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır. 910
  • عاشقان در سیل تند افتاده‌اند  ** بر قضای عشق دل بنهاده‌اند 
  • Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
  • هم‌چو سنگ آسیا اندر مدار  ** روز و شب گردان و نالان بی‌قرار 
  • Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.
  • گردشش بر جوی جویان شاهدست  ** تا نگوید کس که آن جو راکدست 
  • Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen taşının dönüşünü gör der.
  • گر نمی‌بینی تو جو را در کمین  ** گردش دولاب گردونی ببین 
  • Feleğin, o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok. Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme.
  • چون قراری نیست گردون را ازو  ** ای دل اختروار آرامی مجو 
  • Hangi dala el atsan, nereye ulaşıp yapışsan, aşk, o dalı kırar, o şeyi koparır. 915
  • گر زنی در شاخ دستی کی هلد  ** هر کجا پیوند سازی بسکلد 
  • Kaderin dönüp duruşunu görmüyorsan unsurların coşuşunu, dönüşünü seyret.
  • گر نمی‌بینی تو تدویر قدر  ** در عناصر جوشش و گردش نگر 
  • Denizin üstündeki çöplerle köpüklerin dönüp akışı, şerefli denizin köpürüp coşmasındandır.
  • زانک گردشهای آن خاشاک و کف  ** باشد از غلیان بحر با شرف 
  • Başı dönmüş rüzgârın dönüşünü seyret de onun emrine uymuş olan deniz dalgalarının coşup köpürüşünü gör.
  • باد سرگردان ببین اندر خروش  ** پیش امرش موج دریا بین بجوش 
  • Güneşle ay, iki değirmen öküzüdür. Dönüp dururlar ve etrafı korurlar.
  • آفتاب و ماه دو گاو خراس  ** گرد می‌گردند و می‌دارند پاس 
  • Yıldızlar da konak konak koşarlar. Her kutlu ve kutsuz şeyin bineği olurlar. 920
  • اختران هم خانه خانه می‌دوند  ** مرکب هر سعد و نحسی می‌شوند 
  • Felekteki yıldızlar, uzak olduklarından, duyguların da tembel ve gevşek olup iz izleyemediklerinden onların hakikatini bilemezsin.
  • اختران چرخ گر دورند هی  ** وین حواست کاهل‌اند و سست‌پی 
  • Bizim göz, kulak ve akıl yıldızlarımız, gece nerededir, uyanıkken nerede?
  • اختران چشم و گوش و هوش ما  ** شب کجااند و به بیداری کجا 
  • Gâh kutlulukla, vuslatta, gönülleri hoş. Gâh kutsuzlukla, ayrılıkta kendilerinden geçmişlerdir.
  • گاه در سعد و وصال و دلخوشی  ** گاه در نحس فراق و بیهشی 
  • Felekteki ay, böyle dönüp durdukça bazen kapkaranlıktır bir zamanda apaydınlık.
  • ماه گردون چون درین گردیدنست  ** گاه تاریک و زمانی روشنست 
  • Gâh balla süt gibi bahar ve yaz olur, gâh, bir ölüm yerine benzeyen kış, zemheri gelir çatar, karlar yağar. 925
  • گه بهار و صیف هم‌چون شهد و شیر  ** گه سیاستگاه برف و زمهریر 
  • Külli olan şeyler bile onun önünde top gibi yuvarlanıp durur, çevgânına tâbi olur, secde eder.
  • چونک کلیات پیش او چو گوست  ** سخره و سجده کن چوگان اوست 
  • Sen ey gönül, bu yüz binlerce varlık içinden bir cüzüsün, nasıl olur da onun hükmüne karşı kararsız bir hale gelmezsin?
  • تو که یک جزوی دلا زین صدهزار  ** چون نباشی پیش حکمش بی‌قرار