English    Türkçe    فارسی   

1
1450-1474

  • باز بر موجود افسونی چو خواند ** زو دو اسبه در عدم موجود راند 1450
  • Sonra var olana yine bir afsun okuyunca onu yokluğa derhal ve iki çifte atla sürer.
  • گفت در گوش گل و خندانش کرد ** گفت با سنگ و عقیق کانش کرد
  • Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi.
  • گفت با جسم آیتی تا جان شد او ** گفت با خورشید تا رخشان شد او
  • Cisme bir ayet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi, parladı.
  • باز در گوشش دمد نکته‌‌ی مخوف ** در رخ خورشید افتد صد کسوف‌‌
  • Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler, yüzüne yüzlerce perde iner.
  • تا به گوش ابر آن گویا چه خواند ** کاو چو مشک از دیده‌‌ی خود اشک راند
  • O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır.
  • تا به گوش خاک حق چه خوانده است ** کاو مراقب گشت و خامش مانده است‌‌ 1455
  • Toprağın kulağına ne söyledi ki murakebeye vardı, dalgın bir halde kaldı!
  • در تردد هر که او آشفته است ** حق به گوش او معما گفته است‌‌
  • Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hak, bir muamma söylemiştir.
  • تا کند محبوسش اندر دو گمان ** آن کنم کاو گفت یا خود ضد آن‌‌
  • Bu suretle onu iki şüphe arasında hapseder. “Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?” der.
  • هم ز حق ترجیح یابد یک طرف ** ز آن دو یک را بر گزیند ز آن کنف‌‌
  • İki şıktan birini üstün tutar, üstün tuttuğunu yaparsa o da yine Hak’tandır.
  • گر نخواهی در تردد هوش جان ** کم فشار این پنبه اندر گوش جان‌‌
  • Can aklının tereddüt içinde bocalamasını istemezsen o pamuğu can kulağına tıkma,
  • تا کنی فهم آن معماهاش را ** تا کنی ادراک رمز و فاش را 1460
  • Ki Tanrı’nın o muammalarını anlayasın, gizlice ve açıkça söylenen sözleri idrak edesin.
  • پس محل وحی گردد گوش جان ** وحی چه بود گفتنی از حس نهان‌‌
  • Böyle yaparsan can kulağı vahiy yeri olur. Vahiy nedir? Zahiri duygudan gizli söz.
  • گوش جان و چشم جان جز این حس است ** گوش عقل و گوش ظن زین مفلس است‌‌
  • Can kulağı ile can gözü, zahirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta müflistir.
  • لفظ جبرم عشق را بی‌‌صبر کرد ** و آن که عاشق نیست حبس جبر کرد
  • Cebir meselesi, aşkımı ihtiyarsız bir hale getirdi, sabrımı elden aldı. Âşık olmayansa cebri hapsetti, onu inkâr yahut takyit eyledi.
  • این معیت با حق است و جبر نیست ** این تجلی مه است این ابر نیست‌‌
  • Hâlbuki bu, Hak’la beraberlik ve birliktir, cebir değil... Bu, ayın tecellisidir bulut değil.
  • ور بود این جبر جبر عامه نیست ** جبر آن اماره‌‌ی خودکامه نیست‌‌ 1465
  • Cebir bile olsa, herkesin bildiği cebir; yalnız kendi menfaatini gözeten Nefsi Emmarenin cebri değildir.
  • جبر را ایشان شناسند ای پسر ** که خدا بگشادشان در دل بصر
  • Ey oğul! Tanrı, kimlerin gönül gözünü açtıysa bu cebri onlar anlar.
  • غیب و آینده بر ایشان گشت فاش ** ذکر ماضی پیش ایشان گشت لاش‌‌
  • Gayb ve istikbal onlara apaçık görünmektedir. Maziyi anış onlarca değersiz bir şeydir.
  • اختیار و جبر ایشان دیگر است ** قطره‌‌ها اندر صدفها گوهر است‌‌
  • Onların ihtiyarı da başka türlüdür, cebri de. Yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur.
  • هست بیرون قطره‌‌ی خرد و بزرگ ** در صدف آن در خرد است و سترگ‌‌
  • Sedeften dışarıda küçük, büyük damlalar var, sedefin içinde ise küçük, büyük inciler.
  • طبع ناف آهو است آن قوم را ** از برون خون و درونشان مشکها 1470
  • Onlarda misk ahusunun göbeğindeki kabiliyet vardır. Dışarıdaki kan damlaları, bunların içlerinde misktir.
  • تو مگو کاین مایه بیرون خون بود ** چون رود در ناف مشکی چون شود
  • Sen, dışarıdaki kan, göbeğin içinde nasıl misk olur? Deme!
  • تو مگو کاین مس برون بد محتقر ** در دل اکسیر چون گیرد گهر
  • Bu bakır, dışarıda adi ve bayağı bir şeyken iksirin içinde nasıl altın olmuş da deme!
  • اختیار و جبر در تو بد خیال ** چون در ایشان رفت شد نور جلال‌‌
  • İhtiyar ve cebir, sende bir hayalden ibarettir. Onlardaysa Tanrı azametinin nuru haline gelmiştir.
  • نان چو در سفره ست باشد آن جماد ** در تن مردم شود او روح شاد
  • Ekmek, sofrada durduğu müddetçe cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli ruh kesilir.