English    Türkçe    فارسی   

1
1564-1588

  • گر فراق بنده  از بد بندهگی است ** چون تو با بدبندگی پس فرق چیس
  • Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa... Kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır?
  • ای بدی که تو کنی در خشم و جنگ ** با طرب تر از سماع و بانگ چنگ‌‌ 1565
  • Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin nağmelerinden daha zevkli, daha neşeli.
  • ای جفای تو ز دولت خوبتر ** و انتقام تو ز جان محبوبتر
  • Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber!
  • نار تو این است نورت چون بود ** ماتم این تا خود که سورت چون بود
  • Ateşin bu acaba nurun nasıl? Matem, bu olunca düğünün nice?
  • از حلاوتها که دارد جور تو ** وز لطافت کس نیابد غور تو
  • Cevrinde öyle tatlılıklar var ki, malik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz.
  • نالم و ترسم که او باور کند ** وز کرم آن جور را کمتر کند
  • Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.
  • عاشقم بر قهر و بر لطفش به جد ** بو العجب من عاشق این هر دو ضد 1570
  • Kahrına da hakkıyla âşığım, lütfuna da. Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim.
  • و الله ار زین خار در بستان شوم ** همچو بلبل زین سبب نالان شوم‌‌
  • Tanrı hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim.
  • این عجب بلبل که بگشاید دهان ** تا خورد او خار را با گلستان‌‌
  • Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür!
  • این چه بلبل این نهنگ آتشی است ** جمله ناخوشها ز عشق او را خوشی است‌‌
  • Bu bülbül değil, ateş canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte!
  • عاشق کل است و خود کل است او ** عاشق خویش است و عشق خویش جو
  • Güle âşık, hâlbuki esasen kendisi gül, kendisine âşık, kendi aşkını aramakta!”
  • صفت اجنحه‌‌ی طیور عقول الهی‌‌
  • İlâhî akıl kuşlarının kanatlarının evsafı
  • قصه‌‌ی طوطی جان زین سان بود ** کو کسی کو محرم مرغان بود 1575
  • Can dudusunun hikâyesi de bu çeşittir. Fakat nerede kuşlara mahrem olan kişi?
  • کو یکی مرغی ضعیفی بی‌‌گناه ** و اندرون او سلیمان با سپاه‌‌
  • Nerede zayıf ve suçsuz bir kuş ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmuş olsun!
  • چون بنالد زار بی‌‌شکر و گله ** افتد اندر هفت گردون غلغله‌‌
  • Şükür yahut şikâyetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün!
  • هر دمش صد نامه صد پیک از خدا ** یا ربی زو شصت لبیک از خدا
  • Her demde ona Tanrı’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan altmış kere “Lebbeyk” sesi gelsin!
  • زلت او به ز طاعت نزد حق ** پیش کفرش جمله ایمانها خلق‌‌
  • Hatası, Tanrı indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın!
  • هر دمی او را یکی معراج خاص ** بر سر تاجش نهد صد تاج خاص‌‌ 1580
  • Öyle kişiye her nefeste hususi miraç vardır. Tanrı, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar.
  • صورتش بر خاک و جان بر لامکان ** لامکانی فوق وهم سالکان‌‌
  • Cismi topraktadır, Canı Lâmekân Âleminde, O Lâmekân Âlemi, saliklerin vehimlerinden üstündür. (vehimlere sığmaz.)
  • لامکانی نه که در فهم آیدت ** هر دمی در وی خیالی زایدت‌‌
  • O Lâmekân Âlemi, vehmine gelen bir âlem olmadığı gibi hayaline de doğmaz. (ne idrak edebilirsin, ne tahayyül !)
  • بل مکان و لامکان در حکم او ** همچو در حکم بهشتی چارجو
  • Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tâbi ise mekân âlemiyle Lâmekân Âlemi de, o âlemin hükmüne tâbidir.
  • شرح این کوته کن و رخ زین بتاب ** دم مزن و الله اعلم بالصواب‌‌
  • Bu ilâhî akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sükût et! Doğrusunu, Tanrı daha iyi bilir.
  • باز می‌‌گردیم ما ای دوستان ** سوی مرغ و تاجر و هندوستان‌‌ 1585
  • Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikâyesine dönelim:
  • مرد بازرگان پذیرفت این پیام ** کاو رساند سوی جنس از وی سلام‌‌
  • Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
  • دیدن خواجه طوطیان هندوستان را در دشت و پیغام رسانیدن از آن طوطی‌‌
  • Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi
  • چون که تا اقصای هندوستان رسید ** در بیابان طوطی چندی بدید
  • Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
  • مرکب استانید پس آواز داد ** آن سلام و آن امانت باز داد
  • Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi.