English    Türkçe    فارسی   

1
1819-1843

  • دوست دارد یار این آشفتگی ** کوشش بی‌‌هوده به از خفتگی‌‌
  • Sevgili, bu divaneliği, bu perişanlığı sever. Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
  • آن که او شاه است او بی‌‌کار نیست ** ناله از وی طرفه کاو بیمار نیست‌‌ 1820
  • Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir. Hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir!
  • بهر این فرمود رحمان ای پسر ** کل يوم هو فی شأن ای پسر
  • Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu.
  • اندر این ره می‌‌تراش و می‌‌خراش ** تا دم آخر دمی فارغ مباش‌‌
  • Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!
  • تا دم آخر دمی آخر بود ** که عنایت با تو صاحب سر بود
  • Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder.
  • هر چه می‌‌کوشند اگر مرد و زن است ** گوش و چشم شاه جان بر روزن است‌‌
  • Padişahın kulağı, gözü penceredir; erkeğin canı olsun, kadının canı olsun... bir can neye çalışırsa, onu duyar, görür!
  • برون انداختن مرد تاجر طوطی را از قفس و پریدن طوطی مرده‌‌
  • Tacirin, ölü duduyu kafesten dışarı atması ve dudunun uçması
  • بعد از آنش از قفس بیرون فگند ** طوطیک پرید تا شاخ بلند 1825
  • Tacir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı. Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu.
  • طوطی مرده چنان پرواز کرد ** کافتاب از چرخ ترکی تاز کرد
  • Güneş, ufuktan nasıl süratle doğarsa o dudu da, o çeşit uçtu.
  • خواجه حیران گشت اندر کار مرغ ** بی‌‌خبر ناگه بدید اسرار مرغ‌‌
  • Tacir, hiçbir şeyden haberi yokken kuşun esrarını bu işe şaşırıp kaldı.
  • روی بالا کرد و گفت ای عندلیب ** از بیان حال خودمان ده نصیب‌‌
  • Yüzünü yukarı çevirip “Ey bülbül! Halini bildir, bu hususta bize de bir nasip ver!
  • او چه کرد آن جا که تو آموختی ** ساختی مکری و ما را سوختی‌‌
  • Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın!” dedi.
  • گفت طوطی کاو به فعلم پند داد ** که رها کن لطف آواز و وداد 1830
  • Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti; “Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak;
  • ز آن که آوازت ترا در بند کرد ** خویشتن مرده پی این پند کرد
  • Çünkü söz söylemen seni hapse tıktı” dedi. Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi.
  • یعنی ای مطرب شده با عام و خاص ** مرده شو چون من که تا یابی خلاص‌‌
  • Yani “Ey avama karşı da, havassa karşı da nağme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın.
  • دانه باشی مرغکانت بر چنند ** غنچه باشی کودکانت بر کنند
  • Tane gibi olursan seni kuşcağızlar toparlar, gonca gibi olursan da çocuklar yolarlar. (T.M. 1830)
  • دانه پنهان کن بکلی دام شو ** غنچه پنهان کن گیاه بام شو
  • Taneni sakla, tamamıyla tuzak görün; goncanı gizle, damda bitmiş ot gibi ol. (T.M. 1831)
  • هر که داد او حسن خود را در مزاد ** صد قضای بد سوی او رو نهاد 1835
  • Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.
  • چشمها و خشمها و رشکها ** بر سرش ریزد چو آب از مشکها
  • Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır.
  • دشمنان او را ز غیرت می‌‌درند ** دوستان هم روزگارش می‌‌برند
  • Düşmanlar kıskançlıklarından onu parça parça ederler; dostlar da ömrünü heva ve hevesle zayi eder, geçirirler.
  • آن که غافل بود از کشت بهار ** او چه داند قیمت این روزگار
  • Bahar zamanı, ekin ekmekten gafil kişi, bu zamanın kıymetini ne bilsin!
  • در پناه لطف حق باید گریخت ** کاو هزاران لطف بر ارواح ریخت‌‌
  • Tanrı lütfunun himayesine sığınman gerektir. Çünkü Tanrı, ruhlara yüzlerce lütuflar döktü.
  • تا پناهی یابی آن گه چون پناه ** آب و آتش مر ترا گردد سپاه‌‌ 1840
  • Tanrı’nın lütfuna sığınman gerek ki bir penah bulasın. Ama nasıl penah? Su ve ateş bile senin askerin olur.
  • نوح و موسی را نه دریا یار شد ** نه بر اعداشان به کین قهار شد
  • Nûh’a ve Mûsâ’ya deniz dost olmadı mı? Düşmanlarını da kinle kahretmedi mi?
  • آتش ابراهیم را نی قلعه بود ** تا بر آورد از دل نمرود دود
  • Ateş, İbrahim’e kale olup da Nemrut’un kalbinden duman çıkartmadı mı?
  • کوه یحیی را نه سوی خویش خواند ** قاصدانش را به زخم سنگ راند
  • Dağ, Yahya’yı kendisine çağırarak ona kastedenleri taşlarıyla paralayıp sürmedi mi?