English    Türkçe    فارسی   

1
185-209

  • شه فرستاد آن طرف یک دو رسول ** حاذقان و کافیان بس عدول‌‌ 185
  • Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.
  • تا سمرقند آمدند آن دو امیر ** پیش آن زرگر ز شاهنشه بشیر
  • O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand’a kadar geldiler.
  • کای لطیف استاد کامل معرفت ** فاش اندر شهرها از تو صفت‌‌
  • Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstat, ey marifette kâmil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır.
  • نک فلان شه از برای زرگری ** اختیارت کرد زیرا مهتری‌‌
  • İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kâmilsin.
  • اینک این خلعت بگیر و زر و سیم ** چون بیایی خاص باشی و ندیم‌‌
  • Şimdicek şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
  • مرد مال و خلعت بسیار دید ** غره شد از شهر و فرزندان برید 190
  • Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı.
  • اندر آمد شادمان در راه مرد ** بی‌‌خبر کان شاه قصد جانش کرد
  • Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti.
  • اسب تازی بر نشست و شاد تاخت ** خونبهای خویش را خلعت شناخت‌‌
  • Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!
  • ای شده اندر سفر با صد رضا ** خود به پای خویش تا سوء القضا
  • Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
  • در خیالش ملک و عز و مهتری ** گفت عزرائیل رو آری بری‌‌
  • Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
  • چون رسید از راه آن مرد غریب ** اندر آوردش به پیش شه طبیب‌‌ 195
  • O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü;
  • سوی شاهنشاه بردندش به ناز ** تا بسوزد بر سر شمع طراز
  • Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
  • شاه دید او را بسی تعظیم کرد ** مخزن زر را بدو تسلیم کرد
  • Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
  • پس حکیمش گفت کای سلطان مه ** آن کنیزک را بدین خواجه بده‌‌
  • Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver
  • تا کنیزک در وصالش خوش شود ** آب وصلش دفع آن آتش شود
  • Ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”
  • شه بدو بخشید آن مه روی را ** جفت کرد آن هر دو صحبت جوی را 200
  • Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti.
  • مدت شش ماه می‌‌راندند کام ** تا به صحت آمد آن دختر تمام‌‌
  • Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
  • بعد از آن از بهر او شربت بساخت ** تا بخورد و پیش دختر می‌‌گداخت‌‌
  • Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
  • چون ز رنجوری جمال او نماند ** جان دختر در وبال او نماند
  • Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
  • چون که زشت و ناخوش و رخ زرد شد ** اندک اندک در دل او سرد شد
  • Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.
  • عشقهایی کز پی رنگی بود ** عشق نبود عاقبت ننگی بود 205
  • Ancak zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir âr olur.
  • کاش کان هم ننگ بودی یک سری ** تا نرفتی بر وی آن بد داوری‌‌
  • Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi!
  • خون دوید از چشم همچون جوی او ** دشمن جان وی آمد روی او
  • Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.
  • دشمن طاوس آمد پر او ** ای بسی شه را بکشته فر او
  • Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep olmuştur.
  • گفت من آن آهوم کز ناف من ** ریخت این صیاد خون صاف من‌‌
  • Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür.