English    Türkçe    فارسی   

1
267-291

  • این ندانستند ایشان از عمی ** هست فرقی در میان بی‌‌منتها
  • “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
  • هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل‌‌
  • Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
  • هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب‌‌
  • Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
  • هر دو نی خوردند از یک آب خور ** این یکی خالی و آن پر از شکر 270
  • Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu.
  • صد هزاران این چنین اشباه بین ** فرقشان هفتاد ساله راه بین‌‌
  • Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
  • این خورد گردد پلیدی زو جدا ** آن خورد گردد همه نور خدا
  • Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
  • این خورد زاید همه بخل و حسد ** و آن خورد زاید همه نور احد
  • Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
  • این زمین پاک و ان شوره ست و بد ** این فرشته‌‌ی پاک و ان دیو است و دد
  • Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
  • هر دو صورت گر بهم ماند رواست ** آب تلخ و آب شیرین را صفاست‌‌ 275
  • Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır.
  • جز که صاحب ذوق کی شناسد بیاب ** او شناسد آب خوش از شوره آب‌‌
  • Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
  • سحر را با معجزه کرده قیاس ** هر دو را بر مکر پندارد اساس‌‌
  • (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
  • ساحران موسی از استیزه را ** بر گرفته چون عصای او عصا
  • Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.
  • زین عصا تا آن عصا فرقی است ژرف ** زین عمل تا آن عمل راهی شگرف‌‌
  • Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.
  • لعنة الله این عمل را در قفا ** رحمه الله آن عمل را در وفا 280
  • Bu işin ardında Tanrı lâneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var.
  • کافران اندر مری بوزینه طبع ** آفتی آمد درون سینه طبع‌‌
  • Kâfirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.
  • هر چه مردم می‌‌کند بوزینه هم ** آن کند کز مرد بیند دم‌‌به‌‌دم‌‌
  • İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur.
  • او گمان برده که من کژدم چو او ** فرق را کی داند آن استیزه رو
  • O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahlûk aradaki farkı nereden bilecek?
  • این کند از امر و او بهر ستیز ** بر سر استیزه رویان خاک ریز
  • Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç!
  • آن منافق با موافق در نماز ** از پی استیزه آید نی نیاز 285
  • O münafık; muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil.
  • در نماز و روزه و حج و زکات ** با منافق مومنان در برد و مات‌‌
  • Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.
  • مومنان را برد باشد عاقبت ** بر منافق مات اندر آخرت‌‌
  • Müminler için nihayet kazanç vardır, münafığa da ahirette mat olma.
  • گر چه هر دو بر سر یک بازی‌‌اند ** هر دو با هم مروزی و رازی‌‌اند
  • İkisi de bir oyun başındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv’li öbürü Rey’li!
  • هر یکی سوی مقام خود رود ** هر یکی بر وفق نام خود رود
  • Her biri, kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.
  • مومنش خوانند جانش خوش شود ** ور منافق تیز و پر آتش شود 290
  • Onu mümin diye çağırırlar, ruhu hoşlanır. Münafık derlerse sertleşir, ateş kesilir.
  • نام او محبوب از ذات وی است ** نام این مبغوض از آفات وی است‌‌
  • Onun adı, zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, afetleri yüzünden, nifakla sıfatlanmış olan zatından dolayıdır.