English    Türkçe    فارسی   

1
2777-2801

  • گفت وجهم گر مرا وجهی دهید ** بی‌‌وجوهم چون پس پشتم نهید
  • Bedevi dedi ki: “Eğer bana yüz verirseniz asîlim, yüceyim. Fakat ardınıza atar mühimsemezseniz ne asaletim var ne yüzüm!
  • ای که در روتان نشان مهتری ** فرتان خوشتر ز زر جعفری‌‌
  • Ey yüzlerinde ululuk nişanesi olanlar, ey şevketleri Câferi altından daha hoş kişiler!
  • ای که یک دیدارتان دیدارها ** ای نثار دینتان دینارها
  • Sizi bir kerecik görmek, sizinle bir kerecik buluşmak, yüzlerce kişileri görmeye, yüzlerce güzellerle buluşmaya bedeldir. Sizi görmek için mal, mülk, servet... hepsi feda olsun!
  • ای همه ینظر بنور الله شده ** از بر حق بهر بخشش آمده‌‌ 2780
  • Ey Tanrı nuruyla bakanlar, bu dereceye erişmiş olanlar, padişahlar padişahının ahlâkıyla ahlâklanmış kişiler!
  • تا زنید آن کیمیاهای نظر ** بر سر مسهای اشخاص بشر
  • Kimya gibi olan bakışı nızla bakıra benzer insanlara bakar, onları altın haline getirirsiniz.
  • من غریبم از بیابان آمدم ** بر امید لطف سلطان آمدم‌‌
  • Ben garibim, padişahın lûtfunu umarak çöllerden geldim.
  • بوی لطف او بیابانها گرفت ** ذره‌‌های ریگ هم جانها گرفت‌‌
  • Onun lûtfunun kokusu çölleri tuttu, kum zerrelerini kapladı, o zerreler bile lûtfiyle canlandı.
  • تا بدین جا بهر دینار آمدم ** چون رسیدم مست دیدار آمدم‌‌
  • Buralara kadar paraya kavuşmak için gelmiştim, fakat ulaşınca sizin yüzünüzden sarhoş oldum.
  • بهر نان شخصی سوی نانوا دوید ** داد جان چون حسن نانوا را بدید 2785
  • Birisi, ekmek almak için ekmekçi dükkânına koştu, fakat ekmekçinin güzelliğini görünce canını verdi.
  • بهر فرجه شد یکی تا گلستان ** فرجه‌‌ی او شد جمال باغبان‌‌
  • Birisi, gezip eğlenmek üzere gül bahçesine gitti, bahçıvanın yüzü teferrüç yeri oldu.
  • همچو اعرابی که آب از چه کشید ** آب حیوان از رخ یوسف چشید
  • Kuyudan su çekerken Yusuf’un yüzünden âbıhayat içen bedevi gibi...
  • رفت موسی کاتش آرد او به دست ** آتشی دید او که از آتش برست‌‌
  • Mûsâ ateş elde etmek için gitti, öyle bir ateş gördü ki ateşten vazgeçti.
  • جست عیسی تا رهد از دشمنان ** بردش آن جستن به چارم آسمان‌‌
  • İsa düşmanlardan kurtulmak için kaçtı. O kaçış, onu dördüncü kat göğe kadar çıkardı.
  • دام آدم خوشه‌‌ی گندم شده ** تا وجودش خوشه‌‌ی مردم شده‌‌ 2790
  • Buğday başağı, Âdemin tuzağı oldu da bu suretle varlığı, insanlara başak oldu; bütün insanlar ondan var oldu.
  • باز آید سوی دام از بهر خور ** ساعد شه یابد و اقبال و فر
  • Doğan kuşu, karnını doyurmak üzere tuzağa tutulur, fakat bu yüzden devlet ve kuvvet bulur, padişahın kolu, durağı olur.
  • طفل شد مکتب پی کسب هنر ** بر امید مرغ با لطف پدر
  • Çocuk, babası lûtfedecek, kendisine kuş alacak ümidiyle, fakat hakikatte hüner sahibi olmak için mektebe gider.
  • پس ز مکتب آن یکی صدری شده ** ماهگانه داده و بدری شده‌‌
  • Mektepten çıkınca yücelir, en yüksek mevkiye sahip olur. Hocaya aylık verirken âlemi aydınlatan bir bedir haline gelir.
  • آمده عباس حرب از بهر کین ** بهر قمع احمد و استیز دین‌‌
  • Abbas, kin güderek eski dinin öcünü almak ve Ahmed’i ortadan kaldırmak üzere harp etmeye gelmişti.
  • گشته دین را تا قیامت پشت و رو ** در خلافت او و فرزندان او 2795
  • Öyle olduğu halde o ve evlâtları, hilâfet makamında kıyamete dek dine arka oldular, o makama şeref verdiler.
  • من بر این در طالب چیز آمدم ** صدر گشتم چون به دهلیز آمدم‌‌
  • Ben, bu kapıya bir şey dilemek için geldim; daha dehlizde baş köşe oldum, yüceldim.
  • آب آوردم به تحفه بهر نان ** بوی نانم برد تا صدر جنان‌‌
  • Ekmek ümidiyle armağan olarak su getirdim; ekmek kokusu, beni ta cennetin baş köşesine kadar çekti, götürdü.
  • نان برون راند آدمی را از بهشت ** نان مرا اندر بهشتی در سرشت‌‌
  • Ekmek, bir Âdem’i cennetten sürdürdü; beni ise cennetliklerle kaynaştırdı.
  • رستم از آب و ز نان همچون ملک ** بی‌‌غرض گردم بر این در چون فلک‌‌
  • Melek gibi sudan da vazgeçtim, ekmekten de. Bu kapıda gök gibi ihtiyarsız dönmekteyim.
  • بی‌‌غرض نبود به گردش در جهان ** غیر جسم و غیر جان عاشقان‌‌ 2800
  • Âşıklarının cisimlerinin, âşıkların canlarının dönmesinden başka dünyada garezsiz bir dönüş yoktur. Her şey bir maksatla hareket eder, her şey bir maksatla dönüp dolaşır.”
  • در بیان آن که عاشق دنیا بر مثال عاشق دیواری است که بر او تاب آفتاب زند و جهد و جهاد نکرد تا فهم کند که آن تاب و رونق از دیوار نیست از قرص آفتاب است در آسمان چهارم لاجرم کلی دل بر دیوار نهاد چون پرتو آفتاب به آفتاب پیوست او محروم ماند ابدا و حیل بينهم و بين ما يشتهون
  • Dünyaya âşık olan kişi, üstüne güneş vurmuş bir duvara âşık olur. Bu parlaklığın, bu ziyanın duvardan olmayıp güneşten olduğunu anlamak için hiç zihnini yormamış ve gönlünü tamamıyla duvara vermiş olan kişiye benzer; güneşin ziyası, güneşe kavuşunca ebediyen mahrum kalır. Ve hîle heynehüm ve beyne mâ yeştehûn
  • عاشقان کل نه این عشاق جزو ** ماند از کل آن که شد مشتاق جزو
  • Kül âşığı olanlar, bu cüz’e müştak olmazlar, Cüz’e müştak olan, külden mahrum kalır.