English    Türkçe    فارسی   

1
3170-3194

  • بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان‌‌ 3170
  • Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi.
  • بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بی‌‌گندمی در آسیا
  • Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
  • حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
  • Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
  • جئتمونا و فرادی بی‌‌نوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
  • Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.
  • هین چه آوردید دست آویز را ** ارمغانی روز رستاخیز را
  • Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz?
  • یا امید باز گشتنتان نبود ** وعده‌‌ی امروز باطلتان نمود 3175
  • Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vâdesi bâtıl mı göründü ki? der.
  • وعده‌‌ی مهمانی‌‌اش را منکری ** پس ز مطبخ خاک و خاکستر بری‌‌
  • Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.
  • ور نه‌‌ای منکر چنین دست تهی ** در در آن دوست چون پا می‌‌نهی‌‌
  • İnkâr etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın?
  • اندکی صرفه بکن از خواب و خور ** ارمغان بهر ملاقاتش ببر
  • Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür.
  • شو قلیل النوم مما یهجعون ** باش در اسحار از یستغفرون‌‌
  • Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
  • اندکی جنبش بکن همچون جنین ** تا ببخشندت حواس نور بین‌‌ 3180
  • Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar.
  • وز جهان چون رحم بیرون روی ** از زمین در عرصه‌‌ی واسع شوی‌‌
  • Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın.
  • آن که ارض الله واسع گفته‌‌اند ** عرصه‌‌ای دان کانبیا در رفته‌‌اند
  • “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır.
  • دل نگردد تنگ ز آن عرصه‌‌ی فراخ ** نخل تر آن جا نگردد خشک شاخ‌‌
  • O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
  • حاملی تو مر حواست را کنون ** کند و مانده می‌‌شوی و سر نگون‌‌
  • Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin.
  • چون که محمولی نه حامل وقت خواب ** ماندگی رفت و شدی بی‌‌رنج و تاب‌‌ 3185
  • Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun.
  • چاشنیی دان تو حال خواب را ** پیش محمولی حال اولیا
  • Sen uyku halini, velîlerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.
  • اولیا اصحاب کهفند ای عنود ** در قیام و در تقلب هم رقود
  • Be inatçı; velîler, Eshab-ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar.
  • می‌‌کشدشان بی‌‌تکلف در فعال ** بی‌‌خبر ذات الیمین ذات الشمال‌‌
  • Tanrı, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir.
  • چیست آن ذات الیمین فعل حسن ** چیست آن ذات الشمال اشغال تن‌‌
  • O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
  • می‌‌رود این هر دو کار از انبیا ** بی‌‌خبر زین هر دو ایشان چون صدا 3190
  • Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur.
  • گر صدایت بشنواند خیر و شر ** ذات کوه از هر دو باشد بی‌‌خبر
  • Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
  • گفتن مهمان یوسف علیه السلام را که آینه آوردمت ارمغان تا هر باری که در وی نگری روی خوب خود بینی مرا یاد کنی‌‌
  • Konuğun, Yusuf-u Sıddıyk’a “Sana armağan olarak ayna getirdim. Ona her baktıkça güzel yüzünü görür beni hatırlarsın” demesi
  • گفت یوسف هین بیاور ارمغان ** او ز شرم این تقاضا زد فغان‌‌
  • Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp âdeta figan ederek.
  • گفت من چند ارمغان جستم ترا ** ارمغانی در نظر نامد مرا
  • ”Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, lâyık görmedim.
  • حبه‌‌ای را جانب کان چون برم ** قطره‌‌ای را سوی عمان چون برم‌‌
  • Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl götürebilirim?