English    Türkçe    فارسی   

1
3474-3498

  • رومیان گفتند نی نقش و نه رنگ ** در خور آید کار را جز دفع زنگ‌‌
  • Rum ressamları “ Pas gidermekten başka ne resim işe yarar, ne boya!” dediler.
  • در فرو بستند و صیقل می‌‌زدند ** همچو گردون ساده و صافی شدند 3475
  • Kapıyı kapatıp duvarı cilâlamaya başladılar. Gök gibi tertemiz, sâf ve berrak bir hale getirdiler.
  • از دو صد رنگی به بی‌‌رنگی رهی است ** رنگ چون ابر است و بی‌‌رنگی مهی است‌‌
  • İki yüz çeşit renge boyanmaktansa renksizlik daha iyi. Renk bulut gibidir. Renksizlikse ay.
  • هر چه اندر ابر ضو بینی و تاب ** آن ز اختر دان و ماه و آفتاب‌‌
  • Bulutta parlaklık ve ziya görürsen bil ki yıldızdan aydan ve güneştendir.
  • چینیان چون از عمل فارغ شدند ** از پی شادی دهلها می‌‌زدند
  • Çinli ressamlar işlerini bitirdiler. Hepsi de yaptıkları resimlerin güzelliğine sevinmekteydiler.
  • شه در آمد دید آن جا نقشها ** می‌‌ربود آن عقل را و فهم را
  • Padişah kapıdan içeri girip odadaki resimleri gördü. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalâde güzel şeylerdi.
  • بعد از آن آمد به سوی رومیان ** پرده را بالا کشیدند از میان‌‌ 3480
  • Ondan sonra Rum ressamlarının odasına gitti. Bir Rum ressamı, karşı odayı görmeye mâni olan perdeyi kaldırdı.
  • عکس آن تصویر و آن کردارها ** زد بر این صافی شده دیوارها
  • Öbür odada Çin ressamlarının yapmış oldukları resimlerle nakışlar, bu odanın cilâlanmış duvarına vurdu.
  • هر چه آن جا دید اینجا به نمود ** دیده را از دیده خانه می‌‌ربود
  • Orada ne varsa burada daha iyi göründü; resimlerin aksi, âdeta göz alıyordu.
  • رومیان آن صوفیانند ای پدر ** بی‌‌ز تکرار و کتاب و بی‌‌هنر
  • Oğul Rum ressamları sofilerdir. Onların; ezberlenecek dersleri kitapları yoktur.
  • لیک صیقل کرده‌‌اند آن سینه‌‌ها ** پاک از آز و حرص و بخل و کینه‌‌ها
  • Ama gönüllerini adamakıllı cilâlamışlar, istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmışlardır.
  • آن صفای آینه وصف دل است ** کاو نقوش بی‌‌عدد را قابل است‌‌ 3485
  • O aynanın sâflığı, berraklığı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz hesapsız suretler aksedebilir.
  • صورت بی‌‌صورت بی‌‌حد غیب ** ز آینه‌‌ی دل تافت بر موسی ز جیب‌‌
  • Gaybın suretsiz ve hudutsuz sureti, Musa’nın gönül aynası da parlamış, koynuna sokup çıkardığı elde görünmüştür.
  • گر چه آن صورت نگنجد در فلک ** نه به عرش و فرش و دریا و سمک‌‌
  • O suret göğe, arşa, ferşe, denizlere, ta en yüce gökten, denizin dibindeki balığa kadar hiçbir şeye sığmaz.
  • ز آن که محدود است و معدود است آن ** آینه‌‌ی دل را نباشد حد بدان‌‌
  • Çünkü bütün bunların hududu, sayısı vardır. Halbuki gönül aynasının hududu yoktur.
  • عقل اینجا ساکت آمد یا مضل ** ز آنکه دل با اوست یا خود اوست دل‌‌
  • Burada akıl, ya susar, yahut şaşırıp kalır. Sebebi de şu : Gönül mü Tanrı’dır, Tanrı mı gönül?
  • عکس هر نقشی نتابد تا ابد ** جز ز دل هم با عدد هم بی‌‌عدد 3490
  • Hem sayılı hem sayısız olan (hem kesrete dalan, hem vahdeti bulan) gönülden başka bir nakşın aksi geçip gider, ebedî değildir.
  • تا ابد هر نقش نو کاید بر او ** می‌‌نماید بی‌‌حجابی اندر او
  • Fakat ezelden ebede kadar zuhur ede gelen her yeni nakış, gönle akseder, orada perdesiz, apaçık surette tecilli eder.
  • اهل صیقل رسته‌‌اند از بوی و رنگ ** هر دمی بینند خوبی بی‌‌درنگ‌‌
  • Gönüllerini cilâlamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler.
  • نقش و قشر علم را بگذاشتند ** رایت عین الیقین افراشتند
  • Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, Aynel yakîn bayrağını kaldırmışlardır.
  • رفت فکر و روشنایی یافتند ** نحر و بحر آشنایی یافتند
  • Düşünceyi bırakmışlar, âşinalık denizini bulmuşlar, bilişikte yok olmuşlardır.
  • مرگ کاین جمله از او در وحشت‌‌اند ** می‌‌کنند این قوم بر وی ریشخند 3495
  • Herkes ölümden ürker, korkar. Bu kavimse ona bıyık altından gülmektedir.
  • کس نیابد بر دل ایشان ظفر ** بر صدف آید ضرر نی بر گهر
  • Kimse onların gönlüne galip gelmez. Sedefe zarar gelir, inciye değil.
  • گر چه نحو و فقه را بگذاشتند ** لیک محو و فقر را برداشتند
  • Onlar fıkhı ve nahvı terk etmişlerdir ama mahvolmayı ve yokluğu ihtiyar etmişlerdir.
  • تا نقوش هشت جنت تافته ست ** لوح دلشان را پذیرا یافته ست‌‌
  • Sekiz cennetin nakışları parladıkça onların gönül levhine vurur, orada tecelli eder.