English    Türkçe    فارسی   

1
806-830

  • تا چنان شد کان عوانان خلق را ** منع می‌‌کردند کاتش در میا
  • Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “Ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı.
  • آن یهودی شد سیه رو و خجل ** شد پشیمان زین سبب بیمار دل‌‌
  • O Yahudi, yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı.
  • کاندر ایمان خلق عاشق‌‌تر شدند ** در فنای جسم صادق‌‌تر شدند
  • Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade âşık, kendilerini feda etmekte daha fazla sadık oldular.
  • مکر شیطان هم در او پیچید شکر ** دیو هم خود را سیه رو دید شکر
  • Şükrolsun ki, Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükrolsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü!
  • آن چه می‌‌مالید در روی کسان ** جمع شد در چهره‌‌ی آن ناکس آن‌‌ 810
  • Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamıyla o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı.
  • آن که می‌‌درید جامه‌‌ی خلق چست ** شد دریده آن او ایشان درست‌‌
  • O, pervasızca, halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.
  • کج ماندن دهان آن مرد که نام محمد را علیه السلام به تسخر خواند
  • Muhammed Aleyhisselâm’ın adını eğlenerek anan kimsenin ağzının çarpık kalması
  • آن دهان کژ کرد و از تسخر بخواند ** مر محمد را دهانش کژ بماند
  • Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alayla andı, ağzı çarpıldı öyle kaldı.
  • باز آمد کای محمد عفو کن ** ای ترا الطاف و علم من لدن‌‌
  • Pişman olup “Ey Muhammed, affet! Ey Peygamber, sen, Minledün ilminden lütuflara mahzarsın.
  • من ترا افسوس می‌‌کردم ز جهل ** من بدم افسوس را منسوب و اهل‌‌
  • Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeğe lâyık ben oldum” dedi.
  • چون خدا خواهد که پرده‌‌ی کس درد ** میلش اندر طعنه‌‌ی پاکان برد 815
  • Tanrı, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir.
  • چون خدا خواهد که پوشد عیب کس ** کم زند در عیب معیوبان نفس‌‌
  • Tanrı, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur.
  • چون خدا خواهد که‌‌مان یاری کند ** میل ما را جانب زاری کند
  • Tanrı, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve münacatta bulunmak meylini verir.
  • ای خنک چشمی که آن گریان اوست ** وی همایون دل که آن بریان اوست‌‌
  • Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
  • آخر هر گریه آخر خنده‌‌ای است ** مرد آخر بین مبارک بنده‌‌ای است‌‌
  • Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.
  • هر کجا آب روان سبزه بود ** هر کجا اشک روان رحمت شود 820
  • Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur.
  • باش چون دولاب نالان چشم تر ** تا ز صحن جانت بر روید خضر
  • İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler bitsin.
  • اشک خواهی رحم کن بر اشک بار ** رحم خواهی بر ضعیفان رحم آر
  • Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı… Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et!
  • عتاب کردن آتش را آن پادشاه جهود
  • O Yahudi padişahının ateşe itap eylemesi
  • رو به آتش کرد شه کای تند خو ** آن جهان سوز طبیعی خوت کو
  • Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede?
  • چون نمی‌‌سوزی چه شد خاصیتت ** یا ز بخت ما دگر شد نیتت‌‌
  • Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyetin mi değişti?
  • می‌‌نبخشایی تو بر آتش پرست ** آن که نپرستد ترا او چون برست‌‌ 825
  • Sen ateşe tapana bile lütfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu?
  • هرگز ای آتش تو صابر نیستی ** چون نسوزی چیست قادر نیستی‌‌
  • Ateş! Sen hiç sabırlı değildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kadir mi değilsin?
  • چشم بند است این عجب یا هوش بند ** چون نسوزاند چنین شعله‌‌ی بلند
  • Bu, gözbağı mı, yoksa akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl yakmaz?
  • جادویی کردت کسی یا سیمیاست ** یا خلاف طبع تو از بخت ماست‌‌
  • Seni birisi büyüledi mi, yoksa bu simya mı? Yahut tabiatının değişmesi bizim talihimizden mi?
  • گفت آتش من همانم ای شمن ** اندر آ تو تا ببینی تاب من‌‌
  • Ateş dedi ki: “Ey Şaman! Ben yine o ateşim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör!
  • طبع من دیگر نگشت و عنصرم ** تیغ حقم هم به دستوری برم‌‌ 830
  • Benim tabiatım da değişmedi, unsurum da. Ben Tanrı kılıcıyım, izinle keserim.