English    Türkçe    فارسی   

2
1069-1093

  • گر ندارد این سؤالت فایده ** چه شنویم این را عبث بی‏عایده‏
  • Sualinde fayda yoksa bu abes ve faydasız suali niye dinleyeyim?
  • ور سؤالت را بسی فاییده‏هاست ** پس جهان بی‏فایده آخر چراست‏ 1070
  • Eğer birçok faydaları varsa neden bu cihan faydasız olsun öyle ise?
  • ور جهان از یک جهت بی‏فایده ست ** از جهتهای دگر پر عایده ست‏
  • Cihan, bir cihetten faydasız, başka bir cihetten faydalarla dopdoludur.
  • فایده‏ی تو گر مرا فاییده نیست ** مر ترا چون فایده ست از وی مه ایست‏
  • Sana faydalı olan şey, bana faydasızsa. Mademki sence faydalı, onun yapmaktan geri durma.
  • حسن یوسف عالمی را فایده ** گر چه بر اخوان عبث بد زایده‏
  • Yusuf’un güzelliği kardeşlerince abesti, lüzumsuzdu.. Fakat bütün bir âleme faydalıydı.
  • لحن داودی چنان محبوب بود ** لیک بر محروم بانگ چوب بود
  • Davut’un sesi kadar güzeldi ama güzel sesten anlamayanlar dinlemek istemezlerdi.
  • آب نیل از آب حیوان بد فزون ** لیک بر محروم و منکر بود خون‏ 1075
  • Nil nehrinin suyu, Abıhayattan daha hoştu, daha feyizliydi. Fakat nasipsiz ve münkir olanlara kandı.
  • هست بر مومن شهیدی زندگی ** بر منافق مردن است و ژندگی‏
  • Şehitlik, mümin için hayattır, münafık için ölüm ve çürüme!
  • چیست در عالم بگو یک نعمتی ** که نه محرومند از وی امتی‏
  • Âlemde bir sürü halkın mahrum olmadığı bir nimet var mı? Söyle.
  • گاو و خر را فایده چه در شکر ** هست هر جان را یکی قوتی دگر
  • Şekerden öküze, eşeğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası vardır.
  • لیک گر آن قوت بر وی عارضی است ** پس نصیحت کردن او را رایضی است‏
  • Fakat o gıda, gıdalanan kişiye arızî ise ona nasihat etmek de onu doğru yola getirmek demektir.
  • چون کسی کاو از مرض گل داشت دوست ** گر چه پندارد که آن خود قوت اوست‏ 1080
  • Birisi hastalık dolayısıyla toprak yemeyi sevse toprağı, kendisine gıda sanır ama,
  • قوت اصلی را فرامش کرده است ** روی در قوت مرض آورده است‏
  • Asıl gıdasını unutmuş, hastalık yüzünden alıştığı gıdaya yüz tutmuştur.
  • نوش را بگذاشته سم خورده است ** قوت علت همچو چوبش کرده است‏
  • Şerbeti bırakmıştır da zehir yemektedir. Hastalık yüzünden alıştığı gıda kendisine tatlı gelmiştir.
  • قوت اصلی بشر نور خداست ** قوت حیوانی مر او را ناسزاست‏
  • İnsanın asli gıdası Allah nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değil!
  • لیک از علت در این افتاد دل ** که خورد او روز و شب زین آب و گل‏
  • Fakat gönül, hastalık yüzünden bu gıdaya düşmüştür; gece gündüz bu suyu içmekte, bu toprağı yemektedir.
  • روی زرد و پای سست و دل سبک ** کو غذای و السما ذات الحبک‏ 1085
  • Bu gıdayı yiyen kişinin yüzü sapsarıdır. Ayağı tutmaz kalbi helacana uğrar. Nerede yol, yol olan göklerin gıdası nerede bu?
  • آن غذای خاصگان دولت است ** خوردن آن بی‏گلو و آلت است‏
  • O, gıda devletin has kullarına mahsustur. O, boğazsız aletsiz yenir.
  • شد غذای آفتاب از نور عرش ** مر حسود و دیو را از دود فرش‏
  • Güneşin gıdası, Arş nurundandır, hasetçinin, Şeytan’ın gıdası ferş dumanından!
  • در شهیدان یرزقون فرمود حق ** آن غذا را نه دهان بد نه طبق‏
  • Allah, şehitler için “ Onlar rızıklanırlar” buyurdu. O, gıda için ne ağız vardır, ne tabak!
  • دل ز هر یاری غذایی می‏خورد ** دل ز هر علمی صفایی می‏برد
  • Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır.
  • صورت هر آدمی چون کاسه‏ای است ** چشم از معنی او حساسه‏ای است‏ 1090
  • Her insanın sureti, bir kâseye benzer. Göz de suretinin manasına ait bir duygu âletidir.
  • از لقای هر کسی چیزی خوری ** و ز قران هر قرین چیزی بری‏
  • Herkesin yüzünden bir şey yemekte, her buluştuğundan bir şey almaktasın.
  • چون ستاره با ستاره شد قرین ** لایق هر دو اثر زاید یقین‏
  • Yıldız, yıldızla kırân etti mi mutlaka her ikisine uygun bir şey doğar.
  • چون قران مرد و زن زاید بشر ** وز قران سنگ و آهن شد شرر
  • Erkekle kadının buluşmasından çocuk doğduğu gibi, taşla demirin birleşmesinden de kıvılcım meydana gelir.