English    Türkçe    فارسی   

2
1114-1138

  • ور شوم نومید نومیدی من ** عین صنع آفتاب است ای حسن‏
  • Ümitsizliğe düşersem ümitsizliğimde güneşin işidir, onun tecellisidir ey Hasan!
  • عین صنع از نفس صانع چون برد ** هیچ هست از غیر هستی چون چرد 1115
  • Sanat, nasıl olur da sanatkârdan ayrılır? Hiç var olan, varlıktan başka bir yerde otlar mı?
  • جمله هستیها از این روضه چرند ** گر براق و تازیان ور خود خرند
  • Bütün varlıklar bu bahçede yayılır. İster Burak olsun, ister Arap atları, ister eşek!
  • و انکه گردشها از آن دریا ندید ** هر دم آرد رو به صحرایی جدید
  • Fakat bu hareketlerin bu denizden olduğunu görmeyen, her an yeni bir mihraba yüz çevirir.
  • او ز بحر عذب آب شور خورد ** تا که آب شور او را کور کرد
  • O, tatlı denizden acı su içe, içe nihayet o acı su, gözünü kör etmiştir.
  • بحر می‏گوید به دست راست خور ** ز آب من ای کور تا یابی بصر
  • Deniz “ Ey kör, benden sağ elinle su iç de gözün açılsın” der.
  • هست دست راست اینجا ظن راست ** کاو بداند نیک و بد را کز کجاست‏ 1120
  • Burada sağ el, hüsnü zandır. Çünkü iyinin, kötünün nereden geldiğini hüsnü zan bilir.
  • نیزه گردانی است ای نیزه که تو ** راست می‏گردی گهی گاهی دو تو
  • Ey mızrak, seni bir döndüren var. O yüzden bazen dümdüz dikilmekte, bazen iki kat olmuş gibi eğilmektesin.
  • ما ز عشق شمس دین بی‏ناخنیم ** ور نه ما آن کور را بینا کنیم‏
  • Şemsettin’in aşkıyla tırnağımız yok ki. Yoksa bu körün güzünü açardık!
  • هان ضیاء الحق حسام الدین تو زود ** داروش کن کوری چشم حسود
  • Ey Hak ziyası Hüsâmettin; sen hasetçinin gözünün körlüğüne rağmen hemen yürü, onun illetini tedavi et!
  • توتیای کبریای تیز فعل ** داروی ظلمت کش استیز فعل‏
  • Senin ilâcın çabucak tesir eden ululuk tutyası, eseri mutlaka görülen karanlıklar dağıtıcı bir ilâçtır.
  • آن که گر بر چشم اعمی بر زند ** ظلمت صد ساله را زو بر کند 1125
  • O ilâç, bir körün gözüne konsa yüzyıllık zulmeti derhal giderir.
  • جمله کوران را دوا کن جز حسود ** کز حسودی بر تو می‏آرد جحود
  • Hasetçiden başka bütün körleri tedavi et! Fakat seni inkâr eden hasetçiyi tedavi etmek.
  • مر حسودت را اگر چه آن منم ** جان مده تا همچنین جان می‏کنم‏
  • Hatta sana haset eden ben bile olsam, bırak, can çekişip durayım, sakın can bağışlama.
  • آن که او باشد حسود آفتاب ** و انکه می‏رنجد ز بود آفتاب‏
  • Güneşe haset eden, güneşin varlığından incinen kişi yok mu?
  • اینت درد بی‏دوا کاو راست آه ** اینت افتاده ابد در قعر چاه‏
  • Ah, işte sana devası olmayan illet. O adam kördür, kör! İşte sana ebediyen kuyunun ta dibine düşmüş kalmış bir kişi!
  • نفی خورشید ازل بایست او ** کی بر آید این مراد او بگو 1130
  • O ezeli güneşi yok etmek ister, fakat söyle, bu muradı nasıl olur da yerine gelir, imkân var mı?
  • گرفتار شدن باز میان جغدان به ویرانه
  • Doğan’ın viranede baykuşlar içine düşmesi
  • باز آن باشد که باز آید به شاه ** باز کور است آن که شد گم کرده راه‏
  • Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler. Yolunu kaybeden kör doğandır.
  • راه را گم کرد و در ویران فتاد ** باز در ویران بر جغدان فتاد
  • Bir doğan, yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasında kaldı.
  • او همه نور است از نور رضا ** لیک کورش کرد سرهنگ قضا
  • O rıza nurundandı, baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti;
  • خاک در چشمش زد و از راه برد ** در میان جغد و ویرانش سپرد
  • Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı.
  • بر سری جغدانش بر سر می‏زنند ** پر و بال نازنینش می‏کنند 1135
  • Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa, güzelim kanatlarını yolmaya başladılar.
  • ولوله افتاد در جغدان که ها ** باز آمد تا بگیرد جای ما
  • Baykuşlar arasına “Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düştü.
  • چون سگان کوی پر خشم و مهیب ** اندر افتادند در دلق غریب‏
  • Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp hırkasını çekiştirmeye başladılar.
  • باز گوید من چه در خوردم به جغد ** صد چنین ویران فدا کردم به جغد
  • Doğan, “Ben baykuşlara lâyık mıyım? Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane bağışladım.