English    Türkçe    فارسی   

2
210-234

  • گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار 210
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi;
  • جمله راضی رفته‏اند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
  • گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم‏
  • Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
  • گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن‏
  • Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
  • گفت جایش را بروب از سنگ و پشک ** ور بود تر ریز بر وی خاک خشک‏
  • Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
  • گفت لاحول ای پدر لاحول کن ** با رسول اهل کمتر گو سخن‏ 215
  • Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi.
  • گفت بستان شانه پشت خر بخار ** گفت لاحول ای پدر شرمی بدار
  • Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.” dedi.
  • خادم این گفت و میان را بست چست ** گفت رفتم کاه و جو آرم نخست‏
  • Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim, önce arpa, saman getireyim” dedi.
  • رفت و از آخر نکرد او هیچ یاد ** خواب خرگوشی بدان صوفی بداد
  • Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
  • رفت خادم جانب اوباش چند ** کرد بر اندرز صوفی ریش‏خند
  • Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
  • صوفی از ره مانده بود و شد دراز ** خوابها می‏دید با چشم فراز 220
  • Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı:
  • کان خرش در چنگ گرگی مانده بود ** پاره‏ها از پشت و رانش می‏ربود
  • Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
  • گفت لاحول این چه مالیخولیاست ** ای عجب آن خادم مشفق کجاست‏
  • Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
  • باز می‏دید آن خرش در راه رو ** گه به چاهی می‏فتاد و گه به گو
  • Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
  • گونه‏گون می‏دید ناخوش واقعه ** فاتحه می‏خواند او و القارعه‏
  • Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
  • گفت چاره چیست یاران جسته‏اند ** رفته‏اند و جمله درها بسته‏اند 225
  • “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
  • باز می‏گفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک‏
  • Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
  • من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین‏
  • Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
  • هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
  • Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
  • باز می‏گفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
  • Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
  • آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همی‏خواهد مر او را مرگ و درد 230
  • İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
  • گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است‏
  • Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
  • باز می‏گفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست‏
  • Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
  • باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست‏
  • Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
  • صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان‏
  • Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!