English    Türkçe    فارسی   

2
2838-2862

  • تا شود شب از جمالت همچو روز ** ای جمالت آفتاب جان فروز
  • Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan güneş.!” dediler.
  • ای دریغا کان سخن از دل بدی ** تا مراد آن نفر حاصل شدی‏
  • Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı.
  • لطف کاید بی‏دل و جان در زبان ** همچو سبزه‏ی تون بود ای دوستان‏ 2840
  • Gönül istemeden ağza gelen lâtif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer dostlar.
  • هم ز دورش بنگر و اندر گذر ** خوردن و بو را نشاید ای پسر
  • Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya değmez.
  • سوی لطف بی‏وفایان هین مرو ** کان پل ویران بود نیکو شنو
  • Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
  • گر قدم را جاهلی بر وی زند ** بشکند پل و آن قدم را بشکند
  • Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
  • هر کجا لشکر شکسته می‏شود ** او دو سه سست مخنث می‏بود
  • Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.
  • در صف آید با سلاح او مردوار ** دل بر او بنهند کاینک یار غار 2845
  • O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler.
  • رو بگرداند چو بیند زخمها ** رفتن او بشکند پشت ترا
  • Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.
  • این دراز است و فراوان می‏شود ** و آن چه مقصود است پنهان می‏شود
  • Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
  • فریفتن منافقان پیغامبر را تا به مسجد ضرارش برند
  • Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalışmaları
  • بر رسول حق فسون‏ها خواندند ** رخش دستان و حیل می‏راندند
  • Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
  • آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش‏
  • O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
  • شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد 2850
  • O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
  • می‏نمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
  • Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
  • موی را نادیده می‏کرد آن لطیف ** شیر را شاباش می‏گفت آن ظریف‏
  • Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
  • صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه‏
  • Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
  • راست می‏فرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفق‏ترم‏
  • O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
  • من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعله‏ی بس ناخوشی‏ 2855
  • Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.
  • همچو پروانه شما آن سو دوان ** هر دو دست من شده پروانه ران‏
  • Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
  • چون بر آن شد تا روان گردد رسول ** غیرت حق بانگ زد مشنو ز غول‏
  • Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “Gul sesini dinleme,
  • کاین خبیثان مکر و حیلت کرده‏اند ** جمله مقلوب است آنچ آورده‏اند
  • Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
  • قصد ایشان جز سیه رویی نبود ** خیر دین کی جست ترسا و جهود
  • Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
  • مسجدی بر جسر دوزخ ساختند ** با خدا نرد دغاها باختند 2860
  • Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler”
  • قصدشان تفریق اصحاب رسول ** فضل حق را کی شناسد هر فضول‏
  • Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
  • تا جهودی را ز شام اینجا کشند ** که به وعظ او جهودان سر خوشند
  • Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şam’lı Yahudi’nin vaazından sarhoş olmuşlardı.