English    Türkçe    فارسی   

2
3315-3339

  • بهر طفل نو پدر تی‏تی کند ** گر چه عقلش هندسه‏ی گیتی کند 3315
  • Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
  • کم نگردد فضل استاد از علو ** گر الف چیزی ندارد گوید او
  • Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
  • از پی تعلیم آن بسته دهن ** از زبان خود برون باید شدن‏
  • Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
  • در زبان او بباید آمدن ** تا بیاموزد ز تو او علم و فن‏
  • Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
  • پس همه خلقان چو طفلان وی‏اند ** لازم است این پیر را در وقت پند
  • Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
  • کفر را حد است و اندازه بدان ** شیخ و نور شیخ را نبود کران‏ 3320
  • Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
  • پیش بی‏حد هر چه محدود است لاست ** کل شی‏ء غیر وجه الله فناست‏
  • Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir. Allah’tan başka her şey fanidir.
  • کفر و ایمان نیست آن جایی که اوست ** انکه او مغز است و این دو رنگ و پوست‏
  • Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman. Çünkü o içtir, küfürle imansa deri.
  • این فناها پرده‏ی آن وجه گشت ** چون چراغ خفیه اندر زیر طشت‏
  • Bu yokluklar, yüze perdedir. O, leğen altında gizli ışığa benzer.
  • پس سر این تن حجاب آن سر است ** پیش آن سر این سر تن کافر است‏
  • Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.
  • کیست کافر غافل از ایمان شیخ ** چیست مرده بی‏خبر از جان شیخ‏ 3325
  • Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan!
  • جان نباشد جز خبر در آزمون ** هر که را افزون خبر جانش فزون‏
  • Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim, daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
  • جان ما از جان حیوان بیشتر ** از چه ز آن رو که فزون دارد خبر
  • Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.
  • پس فزون از جان ما جان ملک ** کاو منزه شد ز حس مشترک‏
  • Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda Hissi Müşterek yoktur.
  • و ز ملک جان خداوندان دل ** باشد افزون تو تحیر را بهل‏
  • Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak!
  • ز آن سبب آدم بود مسجودشان ** جان او افزون‏تر است از بودشان‏ 3330
  • Melekler, Âdeme secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür.
  • ور نه بهتر را سجود دون‏تری ** امر کردن هیچ نبود در خوری‏
  • Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil değildir, yaraşmaz.
  • کی پسندد عدل و لطف کردگار ** که گلی سجده کند در پیش خار
  • Allah’ın adaleti, Allah’ın lütfu bir gülün dikenine secde etmesini hoş görür mü?
  • جان چو افزون شد گذشت از انتها ** شد مطیعش جان جمله‏ی چیزها
  • Bir can, oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı, ona mûti olur;
  • مرغ و ماهی و پری و آدمی ** ز انکه او بیش است و ایشان در کمی‏
  • Kuş, balık, in, cin, insan, hepsi ona itaat eder. Çünkü o üstündür, öbürleri noksan.
  • ماهیان سوزنگر دلقش شوند ** سوزنان را رشته‏ها تابع بوند 3335
  • Balıklar, hırkasını diksin diye ona iğne getirirler. Bu, ipliğin iğneye tâbi olmasına benzer.
  • بقیه‏ی قصه‏ی ابراهیم ادهم بر لب آن دریا
  • -Allah rahmet etsin- İbrahim Ethem hikâyesinin sonu
  • چون نفاذ امر شیخ آن میر دید ** ز آمد ماهی شدش و جدی پدید
  • O emîr, balıkların İbrahim Ethem’in emrini yerine getirdiklerini, balıkların ağızlarında iğneyle sudan baş çıkardıklarını görünce vecde geldi.
  • گفت اه ماهی ز پیران آگه است ** شه تنی را کاو لعین درگه است‏
  • Bir ah çekip “Balık bile pîri tanıyor. Yuh olsun o tapudan sürülen tene!
  • ماهیان از پیر آگه ما بعید ** ما شقی زین دولت و ایشان سعید
  • Balıklar bile pîri biliyorlar da biz ondan uzağız. Biz, bu devletten mahrumuz da onlar erişmiş” deyip,
  • سجده کرد و رفت گریان و خراب ** گشت دیوانه ز عشق فتح باب‏
  • Secde ederek ağlaya ,ağlaya perişan bir halde yola düzüldü; bu kerametin aşkından divaneye döndü.!