English    Türkçe    فارسی   

2
3376-3400

  • مرد رومی کاو کند آهنگری ** رویش ابلق گردد از دود آوری‏
  • Fakat beyaz adam demirciliğe kalkışırsa yüzü yer, yer kararır, kızarır.
  • پس بداند زود تاثیر گناه ** تا بنالد زود گوید ای اله‏
  • Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da ağlayıp sızlamaya başlar ve “ Aman Yarabbi” demeye koyulur.
  • چون کند اصرار و بد پیشه کند ** خاک اندر چشم اندیشه کند
  • Fakat bir adam, günahta ısrar eder, kötülüğü kendine sanat edinir, düşünce gözüne toprak saçarsa,
  • توبه نندیشد دگر شیرین شود ** بر دلش آن جرم تا بی‏دین شود
  • Artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı gelir; böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
  • آن پشیمانی و یا رب رفت از او ** شست بر آیینه زنگ پنج تو 3380
  • O pişman oluş, o “Yarabbi” deyiş ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter.
  • آهنش را زنگها خوردن گرفت ** گوهرش را زنگ کم کردن گرفت‏
  • Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye başlar.
  • چون نویسی کاغذ اسپید بر ** آن نبشته خوانده آید در نظر
  • Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur.
  • چون نویسی بر سر بنوشته خط ** فهم ناید خواندنش گردد غلط
  • Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir.
  • کان سیاهی بر سیاهی اوفتاد ** هر دو خط شد کور و معنیی نداد
  • Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir manası kalmaz.
  • ور سوم باره نویسی بر سرش ** پس سیه کردی چو جان کافرش‏ 3385
  • O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur.
  • پس چه چاره جز پناه چاره‏گر ** ناامیدی مس و اکسیرش نظر
  • Şu halde her şeye çare bulan Allah’a sığınmaktan başka ne çare var? Bakırın ümitsizliğine iksir, ancak onun nazarıdır.
  • ناامیدیها به پیش او نهید ** تا ز درد بی‏دوا بیرون جهید
  • Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!”
  • چون شعیب این نکته‏ها با او بگفت ** ز آن دم جان در دل او گل شکفت‏
  • Şuayb ona bu nükteleri söyleyince Şuayb’ın nefesleri yüzünden adamın gönlünde güller açıldı.
  • جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان‏
  • Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
  • گفت یا رب دفع من می‏گوید او ** آن گرفتن را نشان می‏جوید او 3390
  • Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi.
  • گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش‏
  • Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
  • یک نشان آن که می‏گیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
  • Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
  • و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان‏
  • Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
  • می‏کند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی‏
  • Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
  • طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی‏ 3395
  • İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş!
  • ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
  • İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
  • دانه‏ی بی‏مغز کی گردد نهال ** صورت بی‏جان نباشد جز خیال‏
  • İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
  • بقیه‏ی قصه‏ی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ‏
  • O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
  • آن خبیث از شیخ می‏لایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
  • O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
  • که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی‏
  • “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
  • ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان‏ 3400
  • İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi.