English    Türkçe    فارسی   

2
3481-3505

  • که در این کشتی حرمدان گمشدست ** جمله را جستیم نتوانی تو رست‏
  • “Bu gemide bir kese kayboldu. Herkesi aradık, bu arayıştan sen kurtulamazsın.
  • دلق بیرون کن برهنه شو ز دلق ** تا ز تو فارغ شود اوهام خلق‏
  • Hırkanı çıkar, soyun da senin hakkında kimsenin şüphesi kalmasın” dedi.
  • گفت یا رب مر غلامت را خسان ** متهم کردند فرمان در رسان‏
  • Derviş “Yarabbi, şu aşağılık kişiler, kulunu töhmet altına alıyorlar, fermanını eriştir” dedi.
  • چون به درد آمد دل درویش از آن ** سر برون کردند هر سو در زمان‏
  • Dervişin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,
  • صد هزاران ماهی از دریای ژرف ** در دهان هر یکی دری شگرف‏ 3485
  • Yüzbinlerce balık baş çıkardı. Her birinin ağzında bir inci vardı. Ama ne inci?
  • صد هزاران ماهی از دریای پر ** در دهان هر یکی در و چه در
  • Her tanesi bir memleket haracı. Allah’tan geliyor, elbette eşi bulunmaz.
  • هر یکی دری خراج ملکتی ** کز اله است این ندارد شرکتی‏
  • Derviş gemiye birkaç inci atıp fırladı, havayı âdeta kendisine bir taht edip oturdu.
  • در چند انداخت در کشتی و جست ** مر هوا را ساخت کرسی و نشست‏
  • Padişahlar gibi tahtının üstüne bağdaş kurup kuruldu.
  • خوش مربع چون شهان بر تخت خویش ** او فراز اوج و کشتی‏اش به پیش‏
  • O, havanın yücesinde, gemi de onun önünde!
  • گفت رو کشتی شما را حق مرا ** تا نباشد با شما دزد گدا 3490
  • Dedi ki: “Yürüyün, gidin. Gemi sizin Hak benim, yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın!
  • تا که را باشد خسارت زین فراق ** من خوشم جفت حق و با خلق طاق‏
  • Bakalım, bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hoşum, Hak’la çift, halktan tek!
  • نه مرا او تهمت دزدی نهد ** نه مهارم را به غمازی دهد
  • O, ne beni hırsızlıkla töhmet altına alır ne yularımı bir gammaza verir!”
  • بانگ کردند اهل کشتی کای همام ** از چه دادندت چنین عالی مقام‏
  • Gemidekiler dediler ki: “Ey ulu, sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?”
  • گفت از تهمت نهادن بر فقیر ** و ز حق آزاری پی چیزی حقیر
  • Derviş, “Yoksulu töhmet altına almak, hor hakir bir şey için Hakk’ı incitmek yüzünden.
  • حاش لله بل ز تعظیم شهان ** که نبودم در فقیران بد گمان‏ 3495
  • Hâşa, bu yüzden değil. Ululara tazim ettiğimden. Çünkü ben, yoksullar hakkında hiç kötü zanna düşmedim.
  • آن فقیران لطیف خوش نفس ** کز پی تعظیمشان آمد عبس‏
  • Onlar öyle lâtif, öyle nefesleri hoş kişilerdir ki onları ululamak için Allah’tan “ Abese” suresi geldi.
  • آن فقیری بهر پیچا پیچ نیست ** بل پی آن که بجز حق هیچ نیست‏
  • Onların yoksulluğu, dünyayı dönüp dolaşma yüzünden ve dünyalık için değil. Hak’tan başka hiçbir şey olmadığından onlarda yokluğu, yoksulluğu kabul etmişlerdir.
  • متهم چون دارم آنها را که حق ** کرد امین مخزن هفتم طبق‏
  • Nasıl töhmet altına alabilirim ki. Hak, ondan yedinci kat göğe kadar hazinelerine emin etmiştir” dedi.
  • متهم نفس است نه عقل شریف ** متهم حس است نه نور لطیف‏
  • Töhmetli nefistir; yüce akıl değil. Töhmetli duygudur; lâtif nur değil.
  • نفس سوفسطایی آمد می‏زنش ** کش زدن سازد نه حجت گفتنش‏ 3500
  • Nefis Sofestai olmuştur, vur nefsin kafasına! Çünkü hakikati kötekle anlar, delil getirmekle değil.
  • معجزه بیند فروزد آن زمان ** بعد از آن گوید خیالی بود آن‏
  • Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir hayaldi.
  • ور حقیقت بودی آن دید عجب ** چون مقیم چشم نامد روز و شب‏
  • Hakikat olsaydı o gördüğüm şaşılacak şey gece gündüz gözümün önünde dururdu.
  • آن مقیم چشم پاکان می‏بود ** نه قرین چشم حیوان می‏شود
  • Hâlbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz.
  • کان عجب زین حس دارد عار و ننگ ** کی بود طاوس اندر چاه تنگ‏
  • O şaşılacak şey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kuşu, hiç dar bir kuyuya girer mi?
  • تا نگویی مر مرا بسیار گو ** من ز صد یک گویم و آن همچو مو 3505
  • Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini söylüyorum, söylediğim de pek cüzi, muhtasar!
  • تشنیع صوفیان بر آن صوفی که پیش شیخ بسیار می‏گوید
  • Sofilerin, şeyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi kınamaları