English    Türkçe    فارسی   

2
363-387

  • کاو گرسنه خفته باشد بی‏خبر ** و آن دو پستان می‏خلد زو مهر در
  • Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
  • کنت کنزا رحمة مخفیة ** فابتعثت أمة مهدیة
  • “Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim.”
  • هر کراماتی که می‏جویی به جان ** او نمودت تا طمع کردی در آن‏ 365
  • Can ve gönülle dilediğim bütün keremleri sana Allah gösterdi de sen onlara tamah ettin.
  • چند بت بشکست احمد در جهان ** تا که یا رب گوی گشتند امتان‏
  • Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.
  • گر نبودی کوشش احمد تو هم ** می‏پرستیدی چو اجدادت صنم‏
  • Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
  • این سرت وارست از سجده‏ی صنم ** تا بدانی حق او را بر امم‏
  • Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
  • گر بگویی شکر این رستن بگو ** کز بت باطن همت برهاند او
  • Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Allah, seni bâtın putundan da kurtarsın.
  • مر سرت را چون رهانید از بتان ** هم بدان قوت تو دل را وارهان‏ 370
  • O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar.
  • سر ز شکر دین از آن بر تافتی ** کز پدر میراث مفت‏اش یافتی‏
  • Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin.
  • مرد میراثی چه داند قدر مال ** رستمی جان کند و مجان یافت زال‏
  • Miras yedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!
  • چون بگریانم بجوشد رحمتم ** آن خروشنده بنوشد نعمتم‏
  • Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir.
  • گر نخواهم داد خود ننمایمش ** چونش کردم بسته دل بگشایمش‏
  • Birisine bir şeyi vermek istemezsem o isteği göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.
  • رحمتم موقوف آن خوش گریه‏هاست ** چون گریست از بحر رحمت موج خاست‏ 375
  • Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar.
  • حلوا خریدن شیخ احمد خضرویه قدس الله سره العزیز جهت غریمان به الهام حق
  • Allah, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
  • بود شیخی دایما او وامدار ** از جوانمردی که بود آن نامدار
  • Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
  • ده هزاران وام کردی از مهان ** خرج کردی بر فقیران جهان‏
  • Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
  • هم به وام او خانقاهی ساخته ** جان و مال و خانقه درباخته‏
  • Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah uğruna feda etmişti.
  • وام او را حق ز هر جا می‏گزارد ** کرد حق بهر خلیل از ریگ آرد
  • Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.
  • گفت پیغمبر که در بازارها ** دو فرشته می‏کنند ایدر دعا 380
  • Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder.
  • کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف‏
  • Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
  • خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
  • Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
  • حلق پیش آورد اسماعیل‏وار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
  • İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
  • پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش‏
  • Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
  • چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا 385
  • Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir.
  • شیخ وامی سالها این کار کرد ** می‏ستد می‏داد همچون پای مرد
  • Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
  • تخمها می‏کاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل‏
  • Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.