English    Türkçe    فارسی   

3
1001-1025

  • خویشتن را آدمی ارزان فروخت ** بود اطلس خویش بر دلقی بدوخت
  • İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti!
  • صد هزاران مار و که حیران اوست ** او چرا حیران شدست و ماردوست
  • Yüz binlerce yılan ve dağ, ona hayranken o, niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?
  • مارگیر آن اژدها را بر گرفت ** سوی بغداد آمد از بهر شگفت
  • Yılancı, o ejderhayı tutup, halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi.
  • اژدهایی چون ستون خانه‌ای ** می‌کشیدش از پی دانگانه‌ای
  • Birkaç para elde etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi.
  • کاژدهای مرده‌ای آورده‌ام ** در شکارش من جگرها خورده‌ام 1005
  • “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektin” diyordu.
  • او همی مرده گمان بردش ولیک ** زنده بود و او ندیدش نیک نیک
  • O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti. Ejderha diriydi.
  • او ز سرماها و برف افسرده بود ** زنده بود و شکل مرده می‌نمود
  • Kıştan, soğuktan donmuştu. Diriydi ama ölü gibi görünüyordu.
  • عالم افسردست و نام او جماد ** جامد افسرده بود ای اوستاد
  • Âlem de donmuştur da adı cemad olmuştur. Üstadım, camit, donmuş demektir.
  • باش تا خورشید حشر آید عیان ** تا ببینی جنبش جسم جهان
  • Mahşer güneşi doğuncaya dek sabret de âlem cisminin hareketini gör.
  • چون عصای موسی اینجا مار شد ** عقل را از ساکنان اخبار شد 1010
  • Musa’nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et.
  • پاره‌ی خاک ترا چون مرد ساخت ** خاکها را جملگی شاید شناخت
  • Senin bir avuç topraktan ibaret olan varlığını nasıl bir cisim haline getirir? Bütün toprakları da bilgi ve anlayış sahibi bilmek gerek.
  • مرده زین سو اند و زان سو زنده‌اند ** خامش اینجا و آن طرف گوینده‌اند
  • Bunların hepsi de bu âleme göre ölü, fakat hakikat âleminde diridir. Burada susup duruyorlar ama orada söylemekteler.
  • چون از آن سوشان فرستد سوی ما ** آن عصا گردد سوی ما اژدها
  • Onları hakikat âleminden bize yolladılar mı işte asâ, bize ejderha kesilir.
  • کوهها هم لحن داودی کند ** جوهر آهن بکف مومی بود
  • Dağlar, sese gelir, Davut’la beraber ırlar, ilahi okur, demir bile avucunda mum gibi yumuşar.
  • باد حمال سلیمانی شود ** بحر با موسی سخن‌دانی شود 1015
  • Rüzgâr, Süleyman’ı yüklenir, taşır; deniz Musa ile konuşur.
  • ماه با احمد اشارت‌بین شود ** نار ابراهیم را نسرین شود
  • Ay, Ahmet’in işaretini emrini anlar, fermanına uyar; ateş, İbrahim’e ağustos gülü olur…
  • خاک قارون را چو ماری در کشد ** استن حنانه آید در رشد
  • Toprak, Karun’u yılan gibi sömürür, yutar; Hannâne direği akla, fikre sahip olur...
  • سنگ بر احمد سلامی می‌کند ** کوه یحیی را پیامی می‌کند
  • Taş, Ahmet’e selâm verir; Dağ Yahya’ya haber yollar…
  • ما سمعیعیم و بصیریم و خوشیم ** با شما نامحرمان ما خامشیم
  • Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz… sizinle hoşuz, neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
  • چون شما سوی جمادی می‌روید ** محرم جان جمادان چون شوید 1020
  • Ama siz bir cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına, sırrına nasıl mahrem olursunuz ki?
  • از جمادی عالم جانها روید ** غلغل اجزای عالم بشنوید
  • Cematlardan can âlemine gidin de âlemin cüzülerinin ahengini duyun!
  • فاش تسبیح جمادات آیدت ** وسوسه‌ی تاویلها نربایدت
  • O vakit cansız şeylerin tespihlerini apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın.
  • چون ندارد جان تو قندیلها ** بهر بینش کرده‌ای تاویلها
  • Can âleminde kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
  • که غرض تسبیح ظاهر کی بود ** دعوی دیدن خیال غی بود
  • “Tespihten maksat, nasıl olur da zahirî tespih olur? Bu tespihte bulunan bu cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil.
  • بلک مر بیننده را دیدار آن ** وقت عبرت می‌کند تسبیح‌خوان 1025
  • Doğrusu şu: onları gören, ibret alır da Allah’ı tespih eder.