English    Türkçe    فارسی   

3
1089-1113

  • می‌زنم با تو بجد تا زنده‌ام ** من چه کاره‌ی نصرتم من بنده‌ام
  • Diri oldukça seninle canla başla savaşacağım. Ben kulum, yardımla, yardımcıyla ne işim var?
  • می‌زنم تا در رسد حکم خدا ** او کند هر خصم از خصمی جدا 1090
  • Allah’ın hükmü zuhur edinceye kadar seninle uğraşacağım. Her hasmı düşmanından Allah ayırır”
  • جواب فرعون موسی را و وحی آمدن موسی را علیه‌السلام
  • Firavunun Musa’ya cevabı ve Musa aleyhisselâm’a vahiy gelmesi
  • گفت نه نه مهلتم باید نهاد ** عشوه‌ها کم ده تو کم پیمای باد
  • Firavun, hayır dedi, mutlaka bir mühlet vermek gerek. Beni aldatıp durma, yel alıp poyraz satma.
  • حق تعالی وحی کردش در زمان ** مهلتش ده متسع مهراس از آن
  • Bu sırada ulu Allah’tan Musa’ya “ Ona bol, bol mühlet ver, korkma.
  • این چهل روزش بده مهلت بطوع ** تا سگالد مکرها او نوع نوع
  • Bu kırk gün mühleti, ona gönül rızasıyla ver de çeşit, çeşit hileler düzsün.
  • تا بکوشد او که نی من خفته‌ام ** تیز رو گو پیش ره بگرفته‌ام
  • İstediği gibi çalıp çabalasın. Ben uyumuyorum ki. Ona söyle, hızlı gitsin, fakat yolu ben tuttum, pusuda ben varım.
  • حیله‌هاشان را همه برهم زنم ** و آنچ افزایند من بر کم زنم 1095
  • Onların hilelerini ben birbirine katar, onların arttırdıklarını ben eksiltirim.
  • آب را آرند من آتش کنم ** نوش و خوش گیرند و من ناخوش کنم
  • Su getirirlerse ateş haline sokar, şerbet içerlerse zehir yaparım.
  • مهر پیوندند و من ویران کنم ** آنک اندر وهم نارند آن کنم
  • Birbirlerine muhabbet bağlasalar sevgilerini yıkar, berbat ederim. Vehimlerine bile gelmeyen şeyleri yaparım ben.
  • تو مترس و مهلتش ده دم‌دراز ** گو سپه گرد آر و صد حیلت بساز
  • Sen korkma, ona uzun bir müddet mühlet ver… Asker topla, yüzlerce hileler düz de” diye vahiy geldi.
  • مهلت دادن موسی علیه‌السلام فرعون را تا ساحران را جمع کند از مداین
  • Musa aleyhisselâm’ın Firavuna şehirlerdeki sihirbazları toplamak üzere mühlet vermesi
  • گفت امر آمد برو مهلت ترا ** من بجای خود شدم رستی ز ما
  • Musa, “Emir geldi, mühlet sana. Bizden kurtuldun, şimdilik ben yerime gidiyorum” dedi.
  • او همی‌شد و اژدها اندر عقب ** چون سگ صیاد دانا و محب 1100
  • Musa yola düştü, ejderha da bilgili ve dost bir av köpeği gibi peşine takıldı.
  • چون سگ صیاد جنبان کرده دم ** سنگ را می‌کرد ریگ او زیر سم
  • Av köpeği gibi kuyruğunu sallayarak gidiyor, ayaklarının altında taşları kum gibi eziyordu.
  • سنگ و آهن را بدم در می‌کشید ** خرد می‌خایید آهن را پدید
  • Taşı, demiri nefesiyle çekip sömürmekte, demiri apaşikâr bir surette ağzında ezip çiğnemekteydi.
  • در هوا می‌کرد خود بالای برج ** که هزیمت می‌شد از وی روم و گرج
  • Havalanıp burçların üstüne çıkmakta, Rum, Gürcü… Herkes ondan kaçmaktaydı.
  • کفک می‌انداخت چون اشتر ز کام ** قطره‌ای بر هر که زد می‌شد جذام
  • Deve gibi ağzından köpükler saçıyordu. O köpüğün bir katresi kimin üstüne düşse cüzzam illetine tutuluyordu.
  • ژغژغ دندان او دل می‌شکست ** جان شیران سیه می‌شد ز دست 1105
  • Dişlerinin gıcırtısı, yürekleri yerinden oynatıyor, kara aslanların bile canları elden gidiyordu.
  • چون به قوم خود رسید آن مجتبی ** شدق او بگرفت باز او شد عصا
  • O seçilmiş peygamber, kavminin yanına varınca ejderhayı boğazından yakaladı, ejderha asâ oldu yine.
  • تکیه بر وی کرد و می‌گفت ای عجب ** پیش ما خورشید و پیش خصم شب
  • Asâya dayandı da dedi ki: “Ne şaşılacak şey. Bizim yanımızda güneş, düşmana karşı gece!
  • ای عجب چون می‌نبیند این سپاه ** عالمی پر آفتاب چاشتگاه
  • Ne hayret edilecek şey ki bu ordu, kuşluk güneşiyle dopdolu olan bu âlemi görmüyor.
  • چشم باز و گوش باز و این ذکا ** خیره‌ام در چشم‌بندی خدا
  • Göz de açık, kulak da; sonra da bu zekâ… Allah’ın gözbağcılığına hayretteyim!
  • من ازیشان خیره ایشان هم ز من ** از بهاری خار ایشان من سمن 1110
  • Ben onlara şaşırıyorum, onlar da bana şaşırıyorlar. Baharın onlar diken, ben yasemin:
  • پیششان بردم بسی جام رحیق ** سنگ شد آبش به پیش این فریق
  • Onlara nice lezzetli şaraplarla dolu kadehler sundum. Fakat onlara kadehteki şerbet taş kesildi.
  • دسته گل بستم و بردم به پیش ** هر گلی چون خار گشت و نوش نیش
  • Gül desteleri yaptım, götürdüm, her gül, diken oldu, şerbet zehir döndü.
  • آن نصیب جان بی‌خویشان بود ** چونک با خویش‌اند پیدا کی شود
  • Bu kendisinden geçenlerin canlarına nasip olan bir şey. Onlar, kendilerine oldukça nasıl meydana çıkar?