English    Türkçe    فارسی   

3
1242-1266

  • من شما را خود ندیدم ای دو یار ** اعجمی سازید خود را ز اعتذار
  • Ey dostlar, ben sizi görmemiş olayım, siz de beni görmemiş gibi davranın.
  • همچنان بیگانه‌شکل و آشنا ** در نبرد آیید بهر پادشا
  • Kalben âşina, fakat zahiren yabancı bir halde padişahın huzuruna benimle savaşmaya gelin!”
  • پس زمین را بوسه دادند و شدند ** انتظار وقت و فرصت می‌بدند
  • Bunun üzerine sihirbazlar yeri öpüp gittiler, çağırıldıkları zamanı ve fırsat vaktini gözetmeye koyuldular.
  • جمع آمدن ساحران از مداین پیش فرعون و تشریفها یافتن و دست بر سینه زدن در قهر خصم او کی این بر ما نویس
  • Sihirbazların şehirlerden toplanıp Firavunun huzuruna gelmeleri, ihsanlara nail olmaları, ellerini göğüslerine koyup düşmanını kahredeceklerine dair söz vermeleri
  • تا بفرعون آمدند آن ساحران ** دادشان تشریفهای بس گران 1245
  • Sihirbazlar Firavunun huzuruna geldiler. Firavun onlara birçok ihsanlarda bulundu, elbiseler verdi.
  • وعده‌هاشان کرد و پیشین هم بداد ** بندگان و اسپان و نقد و جنس و زاد
  • Onlara daha bir hayli ihsanlarda bulunacağına dair vaatlerde bulundu, önceden de kullar, atlar, ağır ve değerli şeyler, yiyecek ve içecek verdi.
  • بعد از آن می‌گفت هین ای سابقان ** گر فزون آیید اندر امتحان
  • Ondan sonra: “Ey devletimle ileri giden kişiler, imtihanda galip gelirseniz,
  • برفشانم بر شما چندان عطا ** که بدرد پرده‌ی جود و سخا
  • Size o derecede ihsanlarda bulunacağım ki cömertlik de utanacak” dedi.
  • پس بگفتندش به اقبال تو شاه ** غالب آییم و شود کارش تباه
  • Sihirbazlar da cevaben dediler ki: “Padişahın sayesinde galebe edeceğiz, düşmanın bitik bir hale gelecek.
  • ما درین فن صفدریم و پهلوان ** کس ندارد پای ما اندر جهان 1250
  • Biz bu fende saflar bozan yiğitleriz. Âlemde kimse bizimle başa çıkamaz.”
  • ذکر موسی بند خاطرها شدست ** کین حکایتهاست که پیشین بدست
  • Musa’nın anılışı, hatırları oraya bağlıyor, bu hikâyeler evvelce olup biten şeylere aittir zannını veriyor.
  • ذکر موسی بهر روپوشست لیک ** نور موسی نقد تست ای مرد نیک
  • Hâlbuki Musa’yı anmamız işi gizlemek için. Yoksa Musa’nın nuru, ey iyi adam, senin bugün elinde.
  • موسی و فرعون در هستی تست ** باید این دو خصم را در خویش جست
  • Musa da sende, Firavun da. Bu iki düşmanı da kendinde ara sen.
  • تا قیامت هست از موسی نتاج ** نور دیگر نیست دیگر شد سراج
  • Musa, kıyamete kadar vardır. Nuru hep o nurdur, başka nur değil… Değişen yalnız kandildir.
  • این سفال و این پلیته دیگرست ** لیک نورش نیست دیگر زان سرست 1255
  • Bu kandille fitil başka, fakat nuru başka nur değil, hep o âlemden.
  • گر نظر در شیشه داری گم شوی ** زانک از شیشه‌ست اعداد دوی
  • Kandile bakarsan kayboldun gitti. Çünkü ikilik ve sayıya sığış, kandile göredir.
  • ور نظر بر نور داری وا رهی ** از دوی واعداد جسم منتهی
  • Fakat nura baktın mı ikilikten de, önü, sonu bulunan cisim âleminin sayısından da kurtulursun.
  • از نظرگاهست ای مغز وجود ** اختلاف مومن و گبر و جهود
  • Ey varlık hulâsası, müminle Mecusi ve Yahudi’nin birbirlerine aykırılığı, hep bakış, görüş yüzündendir.
  • اختلاف کردن در چگونگی و شکل پیل
  • Filin, nasıl bir hayvan olduğu ve şekli hususunda ihtilâf
  • پیل اندر خانه‌ی تاریک بود ** عرضه را آورده بودندش هنود
  • Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler.
  • از برای دیدنش مردم بسی ** اندر آن ظلمت همی‌شد هر کسی 1260
  • Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı.
  • دیدنش با چشم چون ممکن نبود ** اندر آن تاریکیش کف می‌بسود
  • Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar.
  • آن یکی را کف به خرطوم اوفتاد ** گفت همچون ناودانست این نهاد
  • Birisi eline hortumunu geçirdi, “Fil bir oluğa benzer” dedi.
  • آن یکی را دست بر گوشش رسید ** آن برو چون بادبیزن شد پدید
  • Başka birinin eline kulağı geçti, “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi.
  • آن یکی را کف چو بر پایش بسود ** گفت شکل پیل دیدم چون عمود
  • Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.”
  • آن یکی بر پشت او بنهاد دست ** گفت خود این پیل چون تختی بدست 1265
  • Bir başkası da sırtını ellemişti, “Fil bir taht gibidir é dedi.
  • همچنین هر یک به جزوی که رسید ** فهم آن می‌کرد هر جا می‌شنید
  • Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu.