English    Türkçe    فارسی   

3
1263-1287

  • آن یکی را دست بر گوشش رسید ** آن برو چون بادبیزن شد پدید
  • Başka birinin eline kulağı geçti, “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi.
  • آن یکی را کف چو بر پایش بسود ** گفت شکل پیل دیدم چون عمود
  • Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.”
  • آن یکی بر پشت او بنهاد دست ** گفت خود این پیل چون تختی بدست 1265
  • Bir başkası da sırtını ellemişti, “Fil bir taht gibidir é dedi.
  • همچنین هر یک به جزوی که رسید ** فهم آن می‌کرد هر جا می‌شنید
  • Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu.
  • از نظرگه گفتشان شد مختلف ** آن یکی دالش لقب داد این الف
  • Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif.
  • در کف هر کس اگر شمعی بدی ** اختلاف از گفتشان بیرون شدی
  • Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı.
  • چشم حس همچون کف دستست و بس ** نیست کف را بر همه‌ی او دست‌رس
  • Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer, avuç bütün fili birden elleyemez ki!
  • چشم دریا دیگرست و کف دگر ** کف بهل وز دیده‌ی دریا نگر 1270
  • Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen.
  • جنبش کفها ز دریا روز و شب ** کف همی‌بینی و دریا نه عجب
  • Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir. Fakat sen ne şaşılacak şey, köpüğü görüyorsun da denizi göremiyorsun!
  • ما چو کشتیها بهم بر می‌زنیم ** تیره‌چشمیم و در آب روشنیم
  • Biz, gemilere benziyoruz. Aydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz.
  • ای تو در کشتی تن رفته به خواب ** آب را دیدی نگر در آب آب
  • Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam, denizi gördün ama asıl denizin denizine bak!
  • آب را آبیست کو می‌راندش ** روح را روحیست کو می‌خواندش
  • Denizin de bir denizi var, onu sürüp duruyor. Ruhun da bir ruhu var, onu istediği tarafa çeker çevirir?
  • موسی و عیسی کجا بد کفتاب ** کشت موجودات را می‌داد آب 1275
  • Güneş, bütün varlık ekinini suladığı vakit Musa neredeydi, İsa nerde?
  • آدم و حوا کجا بد آن زمان ** که خدا افکند این زه در کمان
  • Allah bu yaya kiriş taktığı zaman Âdem neredeydi, Havva nerede?
  • این سخن هم ناقص است و ابترست ** آن سخن که نیست ناقص آن سرست
  • Bu söz de noksandır, bu sözün de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan söz o tarafa, hakikat âlemine ait olan sözdür.
  • گر بگوید زان بلغزد پای تو ** ور نگوید هیچ از آن ای وای تو
  • eksik
  • ور بگوید در مثال صورتی ** بر همان صورت بچفسی ای فتی
  • Fakat sana söylense hemencecik o misale yapışır, o sureti hakikat sanırsın a yiğidim!
  • بسته‌پایی چون گیا اندر زمین ** سر بجنبانی ببادی بی‌یقین 1280
  • Ot gibi ayağın yere bağlı… Hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun.
  • لیک پایت نیست تا نقلی کنی ** یا مگر پا را ازین گل بر کنی
  • Ayağın yok ki bir yerden bir yere gidebilesin yahut çalışıp çabalayıp ayağını bu balçıktan kurtarasın.
  • چون کنی پا را حیاتت زین گلست ** این حیاتت را روش بس مشکلست
  • Nasıl kurtarabilir, nasıl bu balçıktan ayağının çekebilirsin? Hayatın bu balçıktan. Hayatını terk etmekse senin için pek müşkül bir şey!
  • چون حیات از حق بگیری ای روی ** پس شوی مستغنی از گل می‌روی
  • Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müstağni olur, bu balçığı o vakit terk edersin.
  • شیر خواره چون ز دایه بسکلد ** لوت‌خواره شد مرورا می‌هلد
  • Süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeğe başlar, artık onu bırakır gider.
  • بسته‌ی شیر زمینی چون حبوب ** جو فطام خویش از قوت القلوب 1285
  • Sen, topraktan biten taneler gibi yerin sütüne bağlanmış, ona bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak!
  • حرف حکمت خور که شد نور ستیر ** ای تو نور بی‌حجب را ناپذیر
  • Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı olmayan kişi, hiç olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sözlerini duy, onları ye!
  • تا پذیرا گردی ای جان نور را ** تا ببینی بی‌حجب مستور را
  • Böyle böyle o hicapsız nuru da kabul etmeye istidat kazanır, gizli nuru da hicapsız olarak görürsün.