English    Türkçe    فارسی   

3
1540-1564

  • بر خلاف قول اهل اعتزال ** که عقول از اصل دارند اعتدال 1540
  • Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “Akıllar yaratılışta aynı derecededir,
  • تجربه و تعلیم بیش و کم کند ** تا یکی را از یکی اعلم کند
  • Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler.
  • باطلست این زانک رای کودکی ** که ندارد تجربه در مسلکی
  • Bu söz bâtıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya.
  • بر دمید اندیشه‌ای زان طفل خرد ** پیر با صد تجربه بویی نبرد
  • Fakat o küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı.
  • خود فزون آن به که آن از فطرتست ** تا ز افزونی که جهد و فکرتست
  • Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir.
  • تو بگو داده‌ی خدا بهتر بود ** یاکه لنگی راهوارانه رود 1545
  • Sen söyle, Allah vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
  • در وهم افکندن کودکان اوستاد را
  • Çocukların hocayı vehme düşürmeleri
  • روز گشت و آمدند آن کودکان ** بر همین فکرت ز خانه تا دکان
  • Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler.
  • جمله استادند بیرون منتظر ** تا درآید اول آن یار مصر
  • Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı.
  • زانک منبع او بدست این رای را ** سر امام آید همیشه پای را
  • Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir… Ayağı çekip götüren baştır.
  • ای مقلد تو مجو بیشی بر آن ** کو بود منبع ز نور آسمان
  • A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.
  • او در آمد گفت استا را سلام ** خیر باشد رنگ رویت زردفام 1550
  • Çocuk geldi, hocaya, selam verip “Hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi.
  • گفت استا نیست رنجی مر مرا ** تو برو بنشین مگو یاوه هلا
  • Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama… Geç yerine otur” dedi.
  • نفی کرد اما غبار وهم بد ** اندکی اندر دلش ناگاه زد
  • Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü.
  • اندر آمد دیگری گفت این چنین ** اندکی آن وهم افزون شد بدین
  • Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı.
  • همچنین تا وهم او قوت گرفت ** ماند اندر حال خود بس در شگفت
  • Böyle böyle vehmi arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti.
  • بیمار شدن فرعون هم به وهم از تعظیم خلقان
  • Firavunun da bu çeşit halkın ululamasından hasta düşmesi
  • سجده‌ی خلق از زن و از طفل و مرد ** زد دل فرعون را رنجور کرد 1555
  • Kadın, erkek, çoluk, çocuk… Halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti, hastalandı.
  • گفتن هریک خداوند و ملک ** آنچنان کردش ز وهمی منهتک
  • Herkes ona Allah’sın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimle öyle bir dereceye geldi ki,
  • که به دعوی الهی شد دلیر ** اژدها گشت و نمی‌شد هیچ سیر
  • Allahlık, dâvasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu!
  • عقل جزوی آفتش وهمست و ظن ** زانک در ظلمات شد او را وطن
  • Aklı cüz’inin afeti vehimdir, zandır. Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır.
  • بر زمین گر نیم گز راهی بود ** آدمی بی وهم آمن می‌رود
  • Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür.
  • بر سر دیوار عالی گر روی ** گر دو گز عرضش بود کژ می‌شوی 1560
  • Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin.
  • بلک می‌افتی ز لرزه‌ی دل به وهم ** ترس وهمی را نکو بنگر بفهم
  • Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.
  • رنجور شدن اوستاد به وهم
  • Hocanın vehimle hastalanması
  • گشت استا سست از وهم و ز بیم ** بر جهید و می‌کشانید او گلیم
  • Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü.
  • خشمگین با زن که مهر اوست سست ** من بدین حالم نپرسید و نجست
  • “Zaten sevgisi az, ben bu halde, olduğum halde halimi sormadı bile.
  • خود مرا آگه نکرد از رنگ من ** قصد دارد تا رهد از ننگ من
  • Rengimin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor, benden kurtulmaya yol arıyor.