English    Türkçe    فارسی   

3
1611-1635

  • روح را توحید الله خوشترست ** غیر ظاهر دست و پای دیگرست
  • Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var.
  • دست و پا در خواب بینی و ایتلاف ** آن حقیقت دان مدانش از گزاف
  • Rüyada el, ayak görür, bir şey alır, bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya… Onu hakikat bil saçma zannetme.
  • آن توی که بی بدن داری بدن ** پس مترس از جسم و جان بیرون شدن
  • Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
  • حکایت آن درویش کی در کوه خلوت کرده بود و بیان حلاوت انقطاع و خلوت و داخل شدن درین منقبت کی انا جلیس من ذکرنی و انیس من استانس بی گر با همه‌ای چو بی منی بی همه‌ای ور بی همه‌ای چو با منی با همه‌ای
  • Dağda halvet eden dervişin hikâyesi
  • بود درویشی بکهساری مقیم ** خلوت او را بود هم خواب و ندیم
  • ”Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi.
  • چون ز خالق می‌رسید او را شمول ** بود از انفاس مرد و زن ملول 1615
  • Allah şarabını içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de.
  • همچنانک سهل شد ما را حضر ** سهل شد هم قوم دیگر را سفر
  • Bize bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere gezip durmak öyle kolay gelir.
  • آنچنانک عاشقی بر سروری ** عاشقست آن خواجه بر آهنگری
  • Sen, nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da mesela demirciliğe âşıktır.
  • هر کسی را بهر کاری ساختند ** میل آن را در دلش انداختند
  • Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir.
  • دست و پا بی میل جنبان کی شود ** خار وخس بی آب و بادی کی رود
  • Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgâr olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?
  • گر ببینی میل خود سوی سما ** پر دولت بر گشا همچون هما 1620
  • Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç!
  • ور ببینی میل خود سوی زمین ** نوحه می‌کن هیچ منشین از حنین
  • Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.
  • عاقلان خود نوحه‌ها پیشین کنند ** جاهلان آخر بسر بر می‌زنند
  • Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar!
  • ز ابتدای کار آخر را ببین ** تا نباشی تو پشیمان یوم دین
  • Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.
  • دیدن زرگر عاقبت کار را و سخن بر وفق عاقبت گفتن با مستعیر ترازو
  • Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi
  • آن یکی آمد به پیش زرگری ** که ترازو ده که بر سنجم زری
  • Birisi, kuyumcunun birine giderek “Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
  • گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مه‌ایست 1625
  • Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”
  • من ترازویی که می‌خواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
  • Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.
  • گفت بشنیدم سخن کر نیستم ** تا نپنداری که بی معنیستم
  • Kuyumcu dedi ki. “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma.
  • این شنیدم لیک پیری مرتعش ** دست لرزان جسم تو نا منتعش
  • Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
  • وان زر تو هم قراضه‌ی خرد مرد ** دست لرزد پس بریزد زر خرد 1630
  • Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin,
  • پس بگویی خواجه جاروبی بیار ** تا بجویم زر خود را در غبار
  • Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
  • چون بروبی خاک را جمع آوری ** گوییم غلبیر خواهم ای جری
  • Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.
  • من ز اول دیدم آخر را تمام ** جای دیگر رو ازینجا والسلام
  • Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!”
  • بقیه‌ی قصه‌ی آن زاهد کوهی کی نذر کرده بود کی میوه‌ی کوهی از درخت باز نکنم و درخت نفشانم و کسی را نگویم صریح و کنایت کی بیفشان آن خورم کی باد افکنده باشد از درخت
  • Dağlardaki ağaçlardan meyve düşürmeyeyim, ağacı silkmeyeyim, hiç kimseden açıkça, yahut gizli kapalı bir şey istemeyeyim, şu ağacı silk demeyeyim, yalnız ağaçtan kendiliğinden düşen meyveleri yiyeyim diye nezretmiş olan ve dağlarda halvet etmiş bulunan zahidin hikâyesinin son kısmı
  • اندر آن که بود اشجار و ثمار ** بس مرودی کوهی آنجا بی‌شمار
  • O dağlarda ağaçlar, meyveler, sayısız elmalar, armutlar, narlar vardı.
  • گفت آن درویش یا رب با تو من ** عهد کردم زین نچینم در زمن 1635
  • Allah’a “Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım.