English    Türkçe    فارسی   

3
1644-1668

  • هر زمان دل را دگر رایی بود ** آن نه از وی لیک از جایی بود
  • Gönlün her an başka bir dileği vardır. Fakat bu dilek kendisinden değildir, başka bir yerdendir.
  • پس چرا آمن شوی بر رای دل ** عهد بندی تا شوی آخر خجل 1645
  • Şu halde gönlün reyine, gönlün dileğine neden emin olur da ahdeder, sonunda da pişman olur, nedamete düşersin?
  • این هم از تاثیر حکمست و قدر ** چاه می‌بیینی و نتوانی حذر
  • Fakat bu yine de Allah’ın hükmündendir. Allah’ın takdiridir. Kuyuyu görürsün de çekinmeye kudretin olmaz.
  • نیست خود ازمرغ پران این عجب ** که نبیند دام و افتد در عطب
  • Uçan kuşun tuzağı görmeyip hapse düşmesine taaccüp edilmez ki.
  • این عجب که دام بیند هم وتد ** گر بخواهد ور نخواهد می‌فتد
  • Şaşılacak şey şudur: Hem tuzağı görür, hem mıhı görür de yine sonunda ister istemez o tuzağa düşer!
  • چشم باز و گوش باز و دام پیش ** سوی دامی می‌پرد با پر خویش
  • Gözü açık kulağı açık, tuzak önde… Yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru uçar!
  • تشبیه بند و دام قضا به صورت پنهان به اثر پیدا
  • Kaza ve kader tuzağının eseri görünen, kendisi görünmeyen bir şeye benzemesi
  • بینی اندر دلق مهتر زاده‌ای ** سر برهنه در بلا افتاده‌ای 1650
  • Bir kişizade görürsün… Çula, çuvala bürünmüş, baş açık, belâlara uğramış.
  • در هوای نابکاری سوخته ** اقمشه و املاک خود بفروخته
  • Bir kahpenin sevdasıyla yanıp tutuşuyor. Elbiselerini, malını, mülkünü sarmış.
  • خان و مان رفته شده بدنام و خوار ** کام دشمن می‌رود ادبیروار
  • Elindeki, avucundaki gitmiş, adı kötüye çıkmış hor hakir bir hale gelmiş, düşmanlarının isteği gibi tepesi üstüne yuvarlanıp gidiyor!
  • زاهدی بیند بگوید ای کیا ** همتی می‌دار از بهر خدا
  • Adamcağız bir zahit gördü mü “Ey ulu, Allah için bana bir himmet et.
  • کاندرین ادبار زشت افتاده‌ام ** مال و زر و نعمت از کف داده‌ام
  • Bu aşağılık ve kötü sevdaya düştüm, elimdeki maldan, altından, nimetten oldum.
  • همتی تا بوک من زین وا رهم ** زین گل تیره بود که بر جهم 1655
  • Bir himmet et, belki bu dertten kurtulur, bu kara balçıktan sıçrar, çıkarmı der”.
  • این دعا می‌خواهد او از عام و خاص ** کالخلاص و الخلاص و الخلاص
  • Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir.
  • دست باز و پای باز و بند نی ** نه موکل بر سرش نه آهنی
  • Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı!
  • از کدامین بند می‌جویی خلاص ** وز کدامین حبس می‌جویی مناص
  • A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun?
  • بند تقدیر و قضای مختفی ** کی نبیند آن بجز جان صفی
  • Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!
  • گرچه پیدا نیست آن در مکمنست ** بتر از زندان و بند آهنست 1660
  • Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de!
  • زانک آهنگر مر آن را بشکند ** حفره گر هم خشت زندان بر کند
  • Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir.
  • ای عجب این بند پنهان گران ** عاجز از تکسیر آن آهنگران
  • Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir.
  • دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
  • O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
  • دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حماله‌ی حطب
  • Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
  • حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید 1665
  • İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür.
  • باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
  • Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
  • لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
  • Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
  • که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
  • Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.