English    Türkçe    فارسی   

3
1675-1699

  • جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بی‌وفا 1675
  • Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu.
  • چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
  • Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
  • هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
  • Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
  • متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
  • Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
  • بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش می‌کردند مسروقات خویش
  • Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
  • شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
  • Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
  • هم بدان‌جا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست 1680
  • Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu.
  • دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را می‌خواست هم کردن سقط
  • O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
  • در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
  • Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
  • این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
  • Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
  • آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
  • Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
  • شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه 1685
  • Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe,
  • هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
  • Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
  • گفت می‌دانم سبب این نیش را ** می‌شناسم من گناه خویش را
  • Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
  • من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او
  • Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
  • من شکستم عهد و دانستم بدست ** تا رسید آن شومی جرات بدست
  • Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.
  • دست ما و پای ما و مغز و پوست ** باد ای والی فدای حکم دوست 1690
  • Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de!
  • قسم من بود این ترا کردم حلال ** تو ندانستی ترا نبود وبال
  • Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki.
  • و آنک او دانست او فرمان‌رواست ** با خدا سامان پیچیدن کجاست
  • Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?”
  • ای بسا مرغی پریده دانه‌جو ** که بریده حلق او هم حلق او
  • Nice kuş vardır ki uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur.
  • ای بسا مرغی ز معده وز مغص ** بر کنار بام محبوس قفص
  • Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.
  • ای بسا ماهی در آب دوردست ** گشته از حرص گلو ماخوذ شست 1695
  • Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.
  • ای بسا مستور در پرده بده ** شومی فرج و گلو رسوا شده
  • Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur.
  • ای بسا قاضی حبر نیک‌خو ** از گلو و رشوتی او زردرو
  • Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır.
  • بلک در هاروت و ماروت آن شراب ** از عروج چرخشان شد سد باب
  • Hattâ Harut’la Marut bile o şarabı tatmışlardır da o şarap, onların göğe çıkmalarına mâni olmuştur.
  • با یزید از بهر این کرد احتراز ** دید در خود کاهلی اندر نماز
  • Bayezid, bu yüzden çekindi, işte. Kendisinde namaz kılma hususunda bir tembellik gördü.