English    Türkçe    فارسی   

3
1751-1775

  • چون برآیم بر سرکوه بلند ** آخر عقبه ببینم هوشمند
  • Yüce bir dağın başına çıktım mı en son çukuru bile görürüm.
  • پس همه پستی و بالایی راه ** دیده‌ام را وا نماید هم اله
  • Allah, bütün inişleri çıkışları özüme gösterir.
  • هر قدم من از سر بینش نهم ** از عثار و اوفتادن وا رهم
  • Her adımımı nereye atacaksam görür de öyle atarım. Bu yüzden de sürçmekten, düşmekten kurtulurum.
  • تو ببینی پیش خود یک دو سه گام ** دانه بینی و نبینی رنج دام
  • Sense iki üç adım ötesini görmezsin. Taneyi görürsün de tuzağı görmezsin.
  • یستوی الاعمی لدیکم والبصیر ** فی المقام و النزول والمسیر 1755
  • Konak, iniş ve yürüyüş yerlerinde hiç körle gözlü bir olur mu?
  • چون جنین را در شکم حق جان دهد ** جذب اجزا در مزاج او نهد
  • Allah, ana karnında ki çocuğa can verdi mi mizacına vücudunu kuvvetlendirecek cüzüleri çekmek kabiliyetini verir.
  • از خورش او جذب اجزا می‌کند ** تار و پود جسم خود را می‌تند
  • Yediği şeylerle bu cüzüleri çeker, bu suretle de cisminin nescini dokur durur.
  • تا چهل سالش بجذب جزوها ** حق حریصش کرده باشد در نما
  • Allah, insana kırk yaşına kadar bu cüzüleri çekme kabiliyetini, bu hırsı verir, o da kendisini yetiştirir büyür, gelişir, kuvvetlenir.
  • جذب اجزا روح را تعلیم کرد ** چون نداند جذب اجزا شاه فرد
  • Ruha, cüzüleri çekmeyi öğreten o tek padişah, nasıl olur da cesedin cüzüleri bir araya getirmeyi bilmez?
  • جامع این ذره‌ها خورشید بود ** بی غذا اجزات را داند ربود 1760
  • Bu ruh zerrelerini bir araya toplayan, sana hayat kabiliyetini veren güneş, gıda vasıtasıyla olmaksızın da varlığının zerrelerini toplayıp bir araya getirmeyi bilir.
  • آن زمانی که در آیی تو ز خواب ** هوش و حس رفته را خواند شتاب
  • Uykudan uyanınca senden gitmiş olan akıl ve duyguyu yine sana iade eder.
  • تا بدانی کان ازو غایب نشد ** باز آید چون بفرماید که عد
  • Buna bak da ölünce de bil ki onlar kaybolmaz, Allah geri gel diye ferman etti mi gelirler.
  • اجتماع اجزای خر عزیر علیه السلام بعد از پوسیدن باذن الله و درهم مرکب شدن پیش چشم عزیر علیه السلام
  • Uzeyr Aleyhisselâm’ın merkebinin cüc’ülerinin çürüdükden sonra Allah izniyle bir araya gelip Uzeyr’in gözünün önünde dirilmesi
  • هین عزیرا در نگر اندر خرت ** که بپوسیدست و ریزیده برت
  • Allah dedi ki. “Uzeyr, eşeğine bir iyice bak. Çürümüş etleri dökülmüş…
  • پیش تو گرد آوریم اجزاش را ** آن سر و دم و دو گوش و پاش را
  • Onun cüz’ülerini gözünün önünde bir araya getirecek, başını, kuyruğunu, kulaklarını, ayaklarını düzüp koşacağım.
  • دست نه و جزو برهم می‌نهد ** پاره‌ها را اجتماعی می‌دهد 1765
  • Görünürde bir el olmadığı halde bütün cüz’üleri bir araya getiren, cesedin parçalarını bir yere toplayan benim.
  • در نگر در صنعت پاره‌زنی ** کو همی‌دوزد کهن بی سوزنی
  • Şu yama yamama sanatına bak hele. Eski palasları iğnesiz dikip durmada
  • ریسمان و سوزنی نه وقت خرز ** آنچنان دوزد که پیدا نیست درز
  • Diktiği sıralarda ne ip var, ne iğne. Fakat öyle bir diker ki ortada terzi bile görünmez.
  • چشم بگشا حشر را پیدا ببین ** تا نماند شبهه‌ات در یوم دین
  • Gözünü aç da haşri apaşikâr gör… Kıyamette hiçbir şüphen kalmasın.
  • تا ببینی جامعی‌ام را تمام ** تا نلرزی وقت مردن ز اهتمام
  • Varlık zerrelerini nasıl tamamıyla topluyorum, gör de ölürken bu hayata sarılıp titreme.
  • همچنانک وقت خفتن آمنی ** از فوات جمله حسهای تنی 1770
  • Uyurken bedeninin duygularının mahvolmayacağından eminsin ya.
  • بر حواس خود نلرزی وقت خواب ** گرچه می‌گردد پریشان و خراب
  • Uykun geldi mi duyguların dağılır, harap bir hale gelir ama mahvolacaklar diye korkup titremezsin”
  • جزع ناکردن شیخی بر مرگ فرزندان خود
  • Bir şeyhin, oğullarının ölümüne ağlaması
  • بود شیخی رهنمایی پیش ازین ** آسمانی شمع بر روی زمین
  • Bundan önce yol gösteren bir şeyh vardı. Yeryüzünde adeta göğe mensup bir çırağdı.
  • چون پیمبر درمیان امتان ** در گشای روضه‌ی دار الجنان
  • Ümmetler içinde peygambere benzer, halka cennet bahçelerinin kapılarını açardı.
  • گفت پیغامبر که شیخ رفته پیش ** چون نبی باشد میان قوم خویش
  • Peygamber, “İleri giden şeyh, kavminin arasında peygambere benzer” dedi.
  • یک صباحی گفتش اهل بیت او ** سخت‌دل چونی بگو ای نیک‌خو 1775
  • Bir sabah evindekiler ona dediler ki: “A güzel huylu, nasıl da yüreğin katı, neden böylesin sen,