English    Türkçe    فارسی   

3
1944-1968

  • آنک اندر سیر مه را مات کرد ** هم ز دین‌داری او دین رشک خورد
  • Bir yerde durup dinlenmede gezip tozmada ayı bile mat etmişti. Dindarlıkta din bile ona haset ederdi.
  • با چنین تقوی و اوراد و قیام ** طالب خاصان حق بودی مدام 1945
  • Bu kadar takva ve ibadetle, bu derece evrada, zikre koyulmuş olmakla beraber yine de daima Allah haslarını arardı.
  • در سفر معظم مرادش آن بدی ** که دمی بر بنده‌ی خاصی زدی
  • Zaten seferden asıl maksadı da buydu, bir an olsun Allah hasına rastlayayım demekteydi.
  • این همی‌گفتی چو می‌رفتی براه ** کن قرین خاصگانم ای اله
  • Yola düştü mü, Yarabbi, beni haslarından birisine ulaştır, ona arkadaş et.
  • یا رب آنها راکه بشناسد دلم ** بنده و بسته‌میان ومجملم
  • Yarabbi, tanıdığım erlere gönlüm kuldur. Köledir.
  • و آنک نشناسم تو ای یزدان جان ** بر من محجوبشان کن مهربان
  • Canım Allah’ım, tanımadıklarımı da hicap içinde düşmüş kuluna merhametli kıl, derdi.
  • حضرتش گفتی که ای صدر مهین ** این چه عشقست و چه استسقاست این 1950
  • Allah ey ulular ulusu, bu ne aşk, bu ne susuzluk?
  • مهر من داری چه می‌جویی دگر ** چون خدا با تست چون جویی بشر
  • Beni seviyorsun ya… Başkasını ne yapacaksın, der;
  • او بگفتی یا رب ای دانای راز ** تو گشودی در دلم راه نیاز
  • O da şöyle cevap verirdi! Ey sırları bilen Rabbim, niyaz yolunu gönlüme açan, gösteren sensin.
  • درمیان بحر اگر بنشسته‌ام ** طمع در آب سبو هم بسته‌ام
  • Denizin ortasındayım ama yine de testideki suya tamahım var.
  • همچو داودم نود نعجه مراست ** طمع در نعجه‌ی حریفم هم بخاست
  • Ben Davud’a benziyorum, doksan koyunum var ama arkadaşımın bir koyununa da tamah ediyorum.
  • حرص اندر عشق تو فخرست و جاه ** حرص اندر غیر تو ننگ و تباه 1955
  • Senin aşkında haris olmak övülecek bir şeydir, bir yüceliktir. Fakat senden başkasının aşkına düşüp de harislikte bulunmak ayıptır, ardır.
  • شهوت و حرص نران بیشی بود ** و آن حیزان ننگ و بدکیشی بود
  • Erlerin şehveti, erlerin hırsı, önden gelir, puştların hırsıysa ayıp bir şeydir, kötü bir yoldur.
  • حرص مردان از ره پیشی بود ** در مخنث حرص سوی پس رود
  • Erkeklerin hırsı öne aittir, puştların hırsı arda ait!
  • آن یکی حرص از کمال مردی است ** و آن دگر حرص افتضاح و سردی است
  • O hırs erliğin kemalidir, bu hırs rezalettir, soğuk ve kötü bir şeydir.
  • آه سری هست اینجا بس نهان ** که سوی خضری شود موسی روان
  • Ah burada pek gizli bir sır var. Öyle bir sır var ki onu anlamak için Musa bir Hızır’a koştu.
  • همچو مستسقی کز آبش سیر نیست ** بر هر آنچ یافتی بالله مه‌ایست 1960
  • Sen de suya kanmamış bir susuz gibi, Allah için olsun, elde ettiğine kanaat etme, durma!
  • بی نهایت حضرتست این بارگاه ** صدر را بگذار صدر تست راه
  • Bu kapıda nihayetsiz makamlar var. Başköşeyi bırak, senin başköşen yoldur!
  • سر طلب کردن موسی خضر را علیهماالسلام با کمال نبوت و قربت
  • Musa’nın, ulu bir peygamber olduğu, Allah’a pek yakın bir makamda bulunduğu halde Hızır’ı arayıp sır öğrenmeye girmesi
  • از کلیم حق بیاموز ای کریم ** بین چه می‌گوید ز مشتاقی کلیم
  • Ey kerem sahibi, bunu Musa’dan öğren. Kelîm bile iştiyakından bak, ne diyor:
  • با چنین جاه و چنین پیغامبری ** طالب خضرم ز خودبینی بری
  • Bunca makama sahip olduğum, yüce bir peygamber bulunduğum halde kendimi görmüyor, kendime varlık vermiyorum, Hızır’ı aramaktayım.
  • موسیا تو قوم خود را هشته‌ای ** در پی نیکوپیی سرگشته‌ای
  • Ona, “Ey Musa, sen kavmini bıraktın, bir izi kutlu kişinin ardına düştün.
  • کیقبادی رسته از خوف و رجا ** چند گردی چند جویی تا کجا 1965
  • Öyle bir ulusun ki korkudan da kurtulmuşsun, ricadan da; niceye dek dönüp dolaşacaksın, ne vakte kadar arayacaksın?
  • آن تو با تست و تو واقف برین ** آسمانا چند پیمایی زمین
  • Aradığın sende… Bunu sen de bilirsin. Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın? dediler.
  • گفت موسی این ملامت کم کنید ** آفتاب و ماه را کم ره زنید
  • Musa “Beni bu kadar kınamayın, güneşte ayın yolunu kesmeye savaşmayın.
  • می‌روم تا مجمع البحرین من ** تا شوم مصحوب سلطان زمن
  • Ben, zamanın padişahıyla sohbet etmek için ta Mecmaal Bahreyn’e kadar gideceğim.