English    Türkçe    فارسی   

3
1964-1988

  • موسیا تو قوم خود را هشته‌ای ** در پی نیکوپیی سرگشته‌ای
  • Ona, “Ey Musa, sen kavmini bıraktın, bir izi kutlu kişinin ardına düştün.
  • کیقبادی رسته از خوف و رجا ** چند گردی چند جویی تا کجا 1965
  • Öyle bir ulusun ki korkudan da kurtulmuşsun, ricadan da; niceye dek dönüp dolaşacaksın, ne vakte kadar arayacaksın?
  • آن تو با تست و تو واقف برین ** آسمانا چند پیمایی زمین
  • Aradığın sende… Bunu sen de bilirsin. Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın? dediler.
  • گفت موسی این ملامت کم کنید ** آفتاب و ماه را کم ره زنید
  • Musa “Beni bu kadar kınamayın, güneşte ayın yolunu kesmeye savaşmayın.
  • می‌روم تا مجمع البحرین من ** تا شوم مصحوب سلطان زمن
  • Ben, zamanın padişahıyla sohbet etmek için ta Mecmaal Bahreyn’e kadar gideceğim.
  • اجعل الخضر لامری سببا ** ذاک او امضی و اسری حقبا
  • Hakikate ulaşmak için Hızır’ı sebep edecek, ona ulaşıncaya kadar yürüyecek, nice zamanlar sefer edip duracağım.
  • سالها پرم بپر و بالها ** سالها چه بود هزاران سالها 1970
  • Yıllarca bu kanatlarımla o uğurda uçacağım. Yıllarda nedir ki? Binlerce yıllar koşacağım.
  • می‌روم یعنی نمی‌ارزد بدان ** عشق جانان کم مدان از عشق نان
  • Bu binlerce yıllar uçup gitmeme değmez mi yoksa? Ben sevgilinin aşkını ekmek aşkından daha âdi görmem!
  • این سخن پایان ندارد ای عمو ** داستان آن دقوقی را بگو
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine Dedukî’nin hikâyesini söyle!
  • بازگشتن به قصه‌ی دقوقی
  • Yine Dekukî hikâyesi
  • آن دقوقی رحمة الله علیه ** گفت سافرت مدی فی خافقیه
  • Allah Rahmet etsin, Dedukî dedi ki: Nice zamandır doğuda, batıda sefer edip dururum.
  • سال و مه رفتم سفر از عشق ماه ** بی‌خبر از راه حیران در اله
  • Yıllarca, aylarca bir ay yüzlünün aşkıyla gittim. Ne yoldan haberim vardı, ne belden! Allah kudretlerine hayran bir halde yürüdüm.
  • پا برهنه می‌روی بر خار و سنگ ** گفت من حیرانم و بی خویش و دنگ 1975
  • Birisi ona : “Dikenliklerde, taşlıklarda yalınayak mı gidiyorsun?” dedi. Dekukî dedi ki: “Ben hayretler içindeyim, kendimde değilim ki.
  • تو مبین این پایها را بر زمین ** زانک بر دل می‌رود عاشق یقین
  • Sen bu ayakları yere basıyor sanma, öyle görme. Çünkü âşık şüphe yok ki gönül yurduna sefer eder.
  • از ره و منزل ز کوتاه و دراز ** دل چه داند کوست مست دل‌نواز
  • Gönül, sevgilinin sarhoşudur: yoldan, konaktan yolun kısalığından, uzunluğundan ne haberi var”
  • آن دراز و کوته اوصاف تنست ** رفتن ارواح دیگر رفتنست
  • Yolun uzunluğu, kısalığı, tenin vasıflarıdır. Ruhların gidişi başka çeşit bir gidiştir.
  • تو سفرکردی ز نطفه تا بعقل ** نه بگامی بود نه منزل نه نقل
  • Sen, meni iken akıl âlemine kadar sefer edip geldin. Bu seferinde ne adım attın, ne bir yerde konakladın, ne de bir yerden bir yere göçtün.
  • سیر جان بی چون بود در دور و دیر ** جسم ما از جان بیاموزید سیر 1980
  • Canın gezip yürümesi, keyfiyetten hariçtir, anlatılamaz. Cismimiz de gezmeyi candan öğrendi.
  • سیر جسمانه رها کرد او کنون ** می‌رود بی‌چون نهان در شکل چون
  • Dekukî de cisim âleminde olan gezmeyi gayri bıraktı da manevi bir keyfiyete büründü, gizlice ve keyfiyetsiz olarak gitmekte.
  • گفت روزی می‌شدم مشتاق‌وار ** تا ببینم در بشر انوار یار
  • Dekukî dedi ki: “Bir gün, sevgilinin nurlarını insanda görmeye iştiyakım arttı.
  • تا ببینم قلزمی در قطره‌ای ** آفتابی درج اندر ذره‌ای
  • Katrede bahri muhiti, zerrede güneşi görmek arzusuna düştüm.
  • چون رسیدم سوی یک ساحل بگام ** بود بیگه گشته روز و وقت شام
  • Gide gide bir deniz kıyısına vardım. Vakit gecikmişti, akşam olmuştu.
  • نمودن مثال هفت شمع سوی ساحل
  • Kıyıda yedi mum görünmesi
  • هفت شمع از دور دیدم ناگهان ** اندر آن ساحل شتابیدم بدان 1985
  • Ansızın ta uzaktan o sahilde yedi mum gördüm, mumların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım.
  • نور شعله‌ی هر یکی شمعی از آن ** بر شده خوش تا عنان آسمان
  • O yedi mumun her birinin nuru gökyüzüne kadar vurmuştu.
  • خیره گشتم خیرگی هم خیره گشت ** موج حیرت عقل را از سر گذشت
  • Hayretlere düştüm, hatta hayret bile hayran oldu. Hayret dalgası aklımın başından aştı!
  • این چگونه شمعها افروختست ** کین دو دیده‌ی خلق ازینها دوختست
  • “Bu mumlar, ne çeşit mum? Halk nasıl oluyor da bunları görmüyor;