English    Türkçe    فارسی   

3
2270-2294

  • نه دل اندر صد هزاران خاص و عام ** در یکی باشد کدامست آن کدام 2270
  • Yüz binlerce halkta, yüz binlerce ileri gelenlerde bulunan gönül değildir. Gönül, bir tek kişide olur. O tek kişi hangisidir, hangisi?
  • ریزه‌ی دل را بهل دل را بجو ** تا شود آن ریزه چون کوهی ازو
  • Sen, o kırık dökük, parça buçuk gönül kırpıntılarını bırak, asıl gönül ara da o kırık dökük gönül de onun sayesinde dağ kesilsin.
  • دل محیطست اندرین خطه‌ی وجود ** زر همی‌افشاند از احسان و جود
  • Gönül, bu vücut ülkesini kaplamıştır, cömertliğinden altınlar saçıp durmaktadır.
  • از سلام حق سلامیها نثار ** می‌کند بر اهل عالم اختیار
  • Âlemdekilere Allah selâmından selâmlar saçmaktadır.
  • هر که را دامن درستست و معد ** آن نثار دل بر آنکس می‌رسد
  • Kimin eteği sağlamsa, kimin eteği hazırsa o gönül saçısına nail olur.
  • دامن تو آن نیازست و حضور ** هین منه در دامن آن سنگ فجور 2275
  • Senin eteğin de o niyazdır, o huzurdur. Kendine gel de kötülük taşlarını eteğine koyma.
  • تا ندرد دامنت زان سنگها ** تا بدانی نقد را از رنگها
  • Koyma da o taşlar eteğini yırtmasın. Eteğin yırtılmasın sana asıl parayı uydurma paradan fark edesin.
  • سنگ پر کردی تو دامن از جهان ** هم ز سنگ سیم و زر چون کودکان
  • Sen, eteğini cihandaki taşlarla, çocuklar gibi altın ve gümüş farz edilen taşlarla doldurdun.
  • از خیال سیم و زر چون زر نبود ** دامن صدقت درید و غم فزود
  • Fakat hayali altın ve gümüş, hakiki altın ve gümüşe benzemez. Onlar, senin doğruluk eteğini yırttı, derdini artırdı.
  • کی نماید کودکان را سنگ سنگ ** تا نگیرد عقل دامنشان به چنگ
  • Akıl, el atıp da eteklerini tutmadıkça çocuklar, taşın taş olduğunu nasıl görürler?
  • پیر عقل آمد نه آن موی سپید ** مو نمی‌گنجد درین بخت و امید 2280
  • İnsan akılla bir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile rica ile bulunmaz!
  • انکار کردن آن جماعت بر دعا و شفاعت دقوقی و پریدن ایشان و ناپیدا شدن در پرده‌ی غیب و حیران شدن دقوقی کی در هوا رفتند یا در زمین
  • O cemaatin, Dekukî’nin dua ve şefaatini hoş görmeyip uçması, gayp perdesi altında gizlenmesi Dekukî’ini, havaya mı çıktılar, yere mi geçtiler diye şaşırıp kalması
  • چون رهید آن کشتی و آمد بکام ** شد نماز آن جماعت هم تمام
  • O gemi kurtuldu, murat hâsıl oldu, o cemaatin namazı da tamamlandı.
  • فجفجی افتادشان با همدگر ** کین فضولی کیست از ما ای پدر
  • Onlar, birbirleriyle fısıldaşmaya başladılar. “Baba, bu aramızdaki herzevekil kim acaba” diyorlardı.
  • هر یکی با آن دگر گفتند سر ** از پس پشت دقوقی مستتر
  • Her biri, öbürüne gizlice söz söylüyordu. Dekukî’nin arkasında olduklarından görünmüyorlardı.
  • گفت هر یک من نکردستم کنون ** این دعا نه از برون نه از درون
  • Her biri, ben şimdiye kadar böyle bir duayı ne içimden geçirdim, ne dilime getirdim demekteydi.
  • گفت مانا این امام ما ز درد ** بوالفضولانه مناجاتی بکرد 2285
  • Birisi, “Her halde bu işe karışan biz değiliz. Galiba imamımız derde düştü, üzerine lazım olmayan bir işe karıştı, münacatta bulundu” diyor;
  • گفت آن دیگر که ای یار یقین ** مر مرا هم می‌نماید این چنین
  • Öbürü” Canım dostum, bana da öyle geliyor.
  • او فضولی بوده است از انقباض ** کرد بر مختار مطلق اعتراض
  • O bir boşboğazmış, canı sıkılınca Allah’ın dileğine itiraz etti galiba” diyordu.
  • چون نگه کردم سپس تا بنگرم ** که چه می‌گویند آن اهل کرم
  • Dekukî, şöyle anlatır: Sonra bakayım, o kerem sahipleri ne diyorlar? dedim.
  • یک ازیشان را ندیدم در مقام ** رفته بودند از مقام خود تمام
  • Bir de baktım ki hiçbiri yerinde yok, hepsi de gitmiş.
  • نه به چپ نه راست نه بالا نه زیر ** چشم تیز من نشد بر قوم چیر 2290
  • Ne solda adam var, ne sağda, ne yukarda kimse kalmış, ne aşağıda. Keskin gözüm, onların hiçbirini göremedi!
  • درها بودند گویی آب گشت ** نه نشان پا و نه گردی بدشت
  • Sanki inciymişler de erimişler, su olmuşlar. Ne ayak izleri kalmış, ne sahrada tozları var!
  • در قباب حق شدند آن دم همه ** در کدامین روضه رفتند آن رمه
  • Hepsi de Allah kubbelerine gizlenmişler. O cemaat, acaba hangi bahçeye gitti ki?
  • درتحیر ماندم کین قوم را ** چون بپوشانید حق بر چشم ما
  • Allah, bunları nasıl oldu da benim gözümden gizledi? Şaşırdım kaldım.
  • آنچنان پنهان شدند از چشم او ** مثل غوطه‌ی ماهیان در آب جو
  • Onlar, balıklar nasıl dereye dalar, kaybolursa Dekukî’nin gözünden öyle kayboldular. Öyle gizlendiler.