English    Türkçe    فارسی   

3
2591-2615

  • آن همان رنجست و این رنجی چرا ** او نشد این را و آن را شد دوا
  • Onlar da illet, bu da illet... Neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?” dedi.
  • گفت رنج احمقی قهر خداست ** رنج و کوری نیست قهر آن ابتلاست
  • İsa dedi ki. “Ahmaklık, Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptilâdır.
  • ابتلا رنجیست کان رحم آورد ** احمقی رنجیست کان زخم آورد
  • İptilâ, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Allah da… Fakat ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da!
  • آنچ داغ اوست مهر او کرده است ** چاره‌ای بر وی نیارد برد دست
  • Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!”
  • ز احمقان بگریز چون عیسی گریخت ** صحبت احمق بسی خونها که ریخت 2595
  • İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü!
  • اندک اندک آب را دزدد هوا ** دین چنین دزدد هم احمق از شما
  • Hava, suyu yavaş yavaş çeker, alır ya… Ahmak da dininizi böyle çalar, böyle alır işte.
  • گرمیت را دزدد و سردی دهد ** همچو آن کو زیر کون سنگی نهد
  • Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı iştiyakı çalar, size soğukluk verir!
  • آن گریز عیسی نه از بیم بود ** آمنست او آن پی تعلیم بود
  • İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı.
  • زمهریر ار پر کند آفاق را ** چه غم آن خورشید با اشراق را
  • Zemheri rüzgârları, âlemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam?
  • قصه‌ی اهل سبا و حماقت ایشان و اثر ناکردن نصیحت انبیا در احمقان
  • Sebâlılar’ın ahmaklığı, peygamberlerin nasihatlarının o ahmaklara tesir etmemesi
  • یادم آمد قصه‌ی اهل سبا ** کز دم احمق صباشان شد وبا 2600
  • Hatırıma Sebalılar’ın hikâyesi geldi. Ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti.
  • آن سبا ماند به شهر بس کلان ** در فسانه بشنوی از کودکان
  • Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi.
  • کودکان افسانه‌ها می‌آورند ** درج در افسانه‌شان بس سر و پند
  • Hani çocuklar masal söylerler ya… Fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır.
  • هزلها گویند در افسانه‌ها ** گنج می‌جو در همه ویرانه‌ها
  • Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın… Bütün viranelerde define aramaya koyul!
  • بود شهری بس عظیم و مه ولی ** قدر او قدر سکره بیش نی
  • Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi… Büyüklüğü bir tepsiden fazla değil!
  • بس عظیم و بس فراخ و بس دراز ** سخت زفت زفت اندازه‌ی پیاز 2605
  • Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı… bir soğan kadar!
  • مردم ده شهر مجموع اندرو ** لیک جمله سه تن ناشسته‌رو
  • On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret!
  • اندرو خلق و خلایق بی‌شمار ** لیک آن جمله سه خام پخته‌خوار
  • Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam!
  • جان ناکرده به جانان تاختن ** گر هزارانست باشد نیم تن
  • Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir.
  • آن یکی بس دور بین و دیده‌کور ** از سلیمان کور و دیده پای مور
  • Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
  • و آن دگر بس تیزگوش و سخت کر ** گنج و در وی نیست یک جو سنگ زر 2610
  • Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok!
  • وآن دگر عور و برهنه لاشه‌باز ** لیک دامنهای جامه‌ی او دراز
  • Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
  • گفت کور اینک سپاهی می‌رسند ** من همی‌بینم که چه قومند و چند
  • Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
  • گفت کر آری شنودم بانگشان ** که چه می‌گویند پیدا و نهان
  • Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.
  • آن برهنه گفت ترسان زین منم ** که ببرند از درازی دامنم
  • Çıplak “Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.
  • کور گفت اینک به نزدیک آمدند ** خیز بگریزیم پیش از زخم و بند 2615
  • Kör dedi ki: “İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.”