English    Türkçe    فارسی   

3
2707-2731

  • آن طبیبان را بود بولی دلیل ** وین دلیل ما بود وحی جلیل
  • O doktorlar, hastanın sidiğine bakar, hastalığını öyle anlar… Bizim delilimizse ulu Allah’ın vahyidir, hastalığı vahiyle anlarız.
  • دست‌مزدی می نخواهیم از کسی ** دست‌مزد ما رسد از حق بسی
  • Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz, noksanlardan ari olan Allah’tan gelir.
  • هین صلا بیماری ناسور را ** داروی ما یک بیک رنجور را
  • İlleti unulmaz hastalara sâlâ, ilâcımız, hastalara birebirdir.
  • معجزه خواستن قوم از پیغامبران
  • Peygamberlerden mucize istemeleri
  • قوم گفتند ای گروه مدعی ** کو گواه علم طب و نافعی 2710
  • Sebâlılar, “Ey dâvaya girişenler, doktorluğu bildiğinize, bize fayda vereceğinize deliliniz nerede,
  • چون شما بسته همین خواب و خورید ** همچو ما باشید در ده می‌چرید
  • Siz de bizim gibi uyku uyumakta, siz de bizim gibi yemek yemektesiniz. Köylerde, şehirlerde bizim gibi oturup duruyorsunuz.
  • چون شما در دام این آب و گلید ** کی شما صیاد سیمرغ دلید
  • Bu su, toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu avlayabilirsiniz?
  • حب جاه و سروری دارد بر آن ** که شمارد خویش از پیغامبران
  • Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz.
  • ما نخواهیم این چنین لاف و دروغ ** کردن اندر گوش و افتادن بدوغ
  • Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz.” dediler.
  • انبیا گفتند کین زان علتست ** مایه‌ی کوری حجاب ریتست 2715
  • Peygamberler dediler ki: “Bu da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
  • دعوی ما را شنیدیت و شما ** می‌نبینید این گهر در دست ما
  • Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
  • امتحانست این گهر مر خلق را ** ماش گردانیم گرد چشمها
  • Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
  • هر که گوید کو گوا گفتش گواست ** کو نمی‌بیند گهر حبس عماست
  • Kim, nerede mücevher, derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
  • آفتابی در سخن آمد که خیز ** که بر آمد روز بر جه کم ستیز
  • Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
  • تو بگویی آفتابا کو گواه ** گویدت ای کور از حق دیده خواه 2720
  • Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste!
  • روز روشن هر که او جوید چراغ ** عین جستن کوریش دارد بلاغ
  • Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
  • ور نمی‌بینی گمانی برده‌ای ** که صباحست و تو اندر پرده‌ای
  • Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,
  • کوری خود را مکن زین گفت فاش ** خامش و در انتظار فضل باش
  • Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Allah ihsanını bekle!” der.
  • در میان روز گفتن روز کو ** خویش رسوا کردنست ای روزجو
  • Gündüzün “Gündüz nerede” demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!
  • صبر و خاموشی جذوب رحمتست ** وین نشان جستن نشان علتست 2725
  • Sabır ve sükût, Allah rahmetine sebep olur. Bu araştırmaysa hastalık nişanesidir.
  • انصتوا بپذیر تا بر جان تو ** آید از جانان جزای انصتوا
  • “Susun, dinleyin” emrini canla, başla kabul et de sevgilinin mükâfatına eriş, rahmetine nail ol.
  • گر نخواهی نکس پیش این طبیب ** بر زمین زن زر و سر را ای لبیب
  • Ey terbiyeli, edepli kişi, illetinin yeniden tazelenmesini istemiyorsan bu doktorun önünde paranı da çıkar, yere koy; başını da secdeye indir.
  • گفت افزون را تو بفروش و بخر ** بذل جان و بذل جاه و بذل زر
  • Fazla sözü sat da can, mevki ve para pul bağışlamayı satın al.
  • تا ثنای تو بگوید فضل هو ** که حسد آرد فلک بر جاه تو
  • Bu suretle de Allah seni övsün, rütbene gök bile haset etsin.
  • چون طبیبان را نگه دارید دل ** خود ببینید و شوید ازخود خجل 2730
  • Doktorların rızasını elde ederseniz kendinizi görür, halinizi bilir, ayıplarınızı anlar, kendi kendinizden utanırsınız.
  • دفع این کوری بدست خلق نیست ** لیک اکرام طبیبان از هدیست
  • Bu körlüğü defetmek halkın elinde değildir; bu, doktorlara Allah tarafından lütfedilmiş bir hidayettir.