English    Türkçe    فارسی   

3
2754-2778

  • ای دریغا که دوا در رنجتان ** گشت زهر قهر جان آهنجتان
  • Ne yazık… Derdinize verilen ilâç, can alıca kahır zehir kesildi.
  • ظلمت افزود این چراغ آن چشم را ** چون خدا بگماشت پرده‌ی خشم را 2755
  • Bir göze Allah, hışım perdesini salınca mum bile aydınlatmaz, karanlığını çoğaltır.
  • چه رئیسی جست خواهیم از شما ** که ریاستمان فزونست از سما
  • Sizden ne reisliği arayacak, ne gibi bir ululuk isteyeceğiz? Bizim ululuğumuz göklerden bile üstün!
  • چه شرف یابد ز کشتی بحر در ** خاصه کشتیی ز سرگین گشته پر
  • İncilerle dolu olan deniz, gemiden ne şeref bulabilir? Hele o gemi, fışkıyla dolu olursa!
  • ای دریغ آن دیده‌ی کور و کبود ** آفتابی اندرو ذره نمود
  • Yazıklar olsun ki o bozarmış kör göze güneş bile bir zerre göründü.
  • ز آدمی که بود بی مثل و ندید ** دیده ابلیس جز طینی ندید
  • İblis’in gözü, eşsiz, örneksiz Âdem’i topraktan başka bir şey görmedi.
  • چشم دیوانه بهارش دی نمود ** زان طرف جنبید کو را خانه بود 2760
  • O iblis’e lâyık göz, yurdu olan yerden baktı, kendisine lâyık görüşle gördü de sahibine Âdem’in baharını kış gösterdi.
  • ای بسا دولت که آید گاه گاه ** پیش بی‌دولت بگردد او ز راه
  • Nice devletler vardır ki bazen devletsiz kişiye isabet eder de mal olmaz, geri döner!
  • ای بسا معشوق کاید ناشناخت ** پیش بدبختی نداند عشق باخت
  • Nice sevgili vardır ki bir bahtsızın yanına gelir de o, sevgiliyi tanımaz, onunla aşk oyununu oynamaya girişmez.
  • این غلط‌ده دیده را حرمان ماست ** وین مقلب قلب را س القضاست
  • Gözü yanıltan da bizim ezelî nasipsizliğimiz. Kalbi çeviren de kötü kaza ve kader!
  • چون بت سنگین شما را قبله شد ** لعنت و کوری شما را ظله شد
  • Taştan yontulup yapılan put, size kıble olduğundan lânetin, körlüğün gölgesine sığındınız, orada yurt edindiniz.
  • چون بشاید سنگتان انباز حق ** چون نشاید عقل و جان همراز حق 2765
  • Zannınızca taştan yapılma putlarınız Allah’a eş oluyor da akılla, can nasıl Allah sırrına sahip olmuyor?
  • پشه‌ی مرده هما را شد شریک ** چون نشاید زنده همراز ملیک
  • Demek ki bir ölü sinek Allah’a eş oluyor sizce… Peki, o halde diri olan insan neden o padişahlar padişahına sırdaş olmasın?
  • یا مگر مرده تراشیده‌ی شماست ** پشه‌ی زنده تراشیده‌ی خداست
  • Yoksa ölü sineğe benzeyen put, sizin tarafınızdan yapıldığı için mi Allah’a eş olmaya lâyık? Diri insan, Allah mahlûku olduğundan mı Allah sırrın mahrem olamıyor?
  • عاشق خویشید و صنعت‌کرد خویش ** دم ماران را سر مارست کیش
  • Siz, kendinize, kendi sanatınıza âşıksınız. Yılanların kuyruklarına lâyık olan elbette yılanbaşıdır.
  • نه در آن دم دولتی و نعمتی ** نه در آن سر راحتی و لذتی
  • Ne o kuyrukta bir devlet, bir nimet vardır, ne o başta bir rahat, bir lezzet!
  • گرد سر گردان بود آن دم مار ** لایق‌اند و درخورند آن هر دو یار 2770
  • Yılanın kuyruğu, başının etrafında dönüp dolaşır, kıvrılıp düzelir. Kuyruk ve baş… O iki dost birbirine tam lâyıktır, tam münasiptir!
  • آنچنان گوید حکیم غزنوی ** در الهی‌نامه گر خوش بشنوی
  • İlahi nâmeyi bir güzelce dinlesen görürsün; Hâkim-i Gaznevî öyle der:
  • کم فضولی کن تو در حکم قدر ** درخور آمد شخص خر با گوش خر
  • Takdirin hükmüne itiraz edip de boş boğazlıkta bulunma. Tavşana tavşankulağı münasiptir.
  • شد مناسب عضوها و ابدانها ** شد مناسب وصفها با جانها
  • Uzuvlarla bedenler tam uygundur… Huylarla canlar, tam birbirine denktir.
  • وصف هر جانی تناسب باشدش ** بی گمان با جان که حق بتراشدش
  • Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’tır.
  • چون صفت با جان قرین کردست او ** پس مناسب دانش همچون چشم و رو 2775
  • Allah, mademki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil!
  • شد مناسب وصفها در خوب و زشت ** شد مناسب حرفها که حق نبشت
  • Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’ın yazdığı harfler birbirine tam münasip!
  • دیده و دل هست بین اصبعین ** چون قلم در دست کاتب ای حسین
  • Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de Allah’ın iki parmağı arasında!
  • اصبع لطفست و قهر و در میان ** کلک دل با قبض و بسطی زین بنان
  • Gönül kalemi, lütuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar.