English    Türkçe    فارسی   

3
3144-3168

  • کش‌کشانش آوریدند آن طرف ** او فغان برداشت در تشنیع و تف
  • Nihayet herifi yakalayıp zorla, çeke çeke o tarafa sürüklemeye başladılar. Zenci, bağırıp çağırıyor, sövüp sayıyordu!
  • چون کشیدندش به پیش آن عزیز ** گفت نوشید آب و بردارید نیز 3145
  • Zenciyi Azizin yanına getirdikleri zaman Peygamber, “Su için, mataralarınızı, kırbalarınızı da doldurun” dedi.
  • جمله را زان مشک او سیراب کرد ** اشتران و هر کسی زان آب خورد
  • Hepsini o bir tek kırbadan kandıra kandıra suvardı. Hem adamlar, hem develer o kırbadan kana kana su içtiler,
  • راویه پر کرد و مشک از مشک او ** ابر گردون خیره ماند از رشک او
  • Kölenin kırbasından herkes kırbasını, matarasını doldurur. Gökyüzündeki bulut bile hasedinden şaşırıp kaldı!
  • این کسی دیدست کز یک راویه ** سرد گردد سوز چندان هاویه
  • Bunu kim görmüştür? Bir tek kırbadan bunca cehennemin harareti sönsün?
  • این کسی دیدست کز یک مشک آب ** گشت چندین مشک پر بی اضطراب
  • Kim görmüştür bunu? Su dolu bir tek kırbadan bunca kırba ağzına kadar dolsun!
  • مشک خود روپوش بود و موج فضل ** می‌رسید از امر او از بحر اصل 3150
  • Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikati örten bir sebepten ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, aslî denizden coşup köpürmekte, kopup gelmekteydi!
  • آب از جوشش همی‌گردد هوا ** و آن هوا گردد ز سردی آبها
  • Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar… havadaki buhar da soğuyunca su olur, öyle mi ?
  • بلک بی علت و بیرون زین حکم ** آب رویانید تکوین از عدم
  • Doğrusu şu: yaradılış bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz, illetsiz yokluktan sular coşturmada.
  • تو ز طفلی چون سببها دیده‌ای ** در سبب از جهل بر چفسیده‌ای
  • Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere yapışıyorsun.
  • با سببها از مسبب غافلی ** سوی این روپوشها زان مایلی
  • Sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet ediyorsun. Bu hakikati örten, müsebbibin yüzünü gizleyen sebeplere ondan meyletmektesin sen.
  • چون سببها رفت بر سر می‌زنی ** ربنا و ربناها می‌کنی 3155
  • Sebepler gitti mi başına vurmağa başlar, aman Yarabbi demeye koyulursun.
  • رب می‌گوید برو سوی سبب ** چون ز صنعم یاد کردی ای عجب
  • Tanrı da sana “Hadi, yürü, sebebe git… Ne acayip şey, sen, beni, yarattığım sebepler için andın ha!” der.
  • گفت زین پس من ترا بینم همه ** ننگرم سوی سبب و آن دمدمه
  • O vakit kul “Bundan böyle hep seni göreceğim, sebebe, o lâftan ibaret saçma şeye bakmayacağım artık “ der ama
  • گویدش ردوا لعادوا کار تست ** ای تو اندر توبه و میثاق سست
  • Allah “Seni tekrar sebep âlemine göndersem yine sebebe yapışırsın. Senin için bu, a tövbesinden durmayan ahdi çürük adam!
  • لیک من آن ننگرم رحمت کنم ** رحمتم پرست بر رحمت تنم
  • Fakat ben bu işe bakmam, rahmetim boldur. Rahmet etrafında dönüp dolaşırım, herkese rahmet ederim ben!
  • ننگرم عهد بدت بدهم عطا ** از کرم این دم چو می‌خوانی مرا 3160
  • Senin kötü ahdine bakmam, mademki şimdi bana niyaz ediyorsun, keremimden sana ihsan eder, muradını veririm” der.
  • قافله حیران شد اندر کار او ** یا محمد چیست این ای بحر خو
  • Evet… Kafile halkı Peygamber’in mucizesine hayran oldu… “Ya Muhammed, ey deniz huylu Peygamber, bu ne?
  • کرده‌ای روپوش مشک خرد را ** غرقه کردی هم عرب هم کرد را
  • Küçücük bir kırbayı sebep ittihaz ettin, Arap’ı da suya gark ettin. Kürdü de!
  • مشک آن غلام ازغیب پر آب کردن بمعجزه و آن غلام سیاه را سپیدرو کردن باذن الله تعالی
  • O kölenin kırbasının gaybdan suyla dolması ve kara yüzünün ulu Allah’ın izniyle ağarması
  • ای غلام اکنون تو پر بین مشک خود ** تا نگویی درشکایت نیک و بد
  • Ey köle, şimdi kırbanın dolu olduğunu da gör de şikâyet edip iyi, kötü söylenme” dediler.
  • آن سیه حیران شد از برهان او ** می‌دمید از لامکان ایمان او
  • O zenci köle, Peygamber’in, bu mucizesine hayran oldu, imanı Lâmekân âleminden doğmaktaydı.
  • چشمه‌ای دید از هوا ریزان شده ** مشک او روپوش فیض آن شده 3165
  • Gökten akan bir çeşme gördü o… kırbası onun coşkunluğuna bir vesile, onun hakikatine bir örtüydü!
  • زان نظر روپوشها هم بر درید ** تا معین چشمه‌ی غیبی بدید
  • Gözünden bütün örtüler, bütün sebepler yırtılıp sıyrıldı. Böylece gayb çeşmesini görmeğe başladı.
  • چشمها پر آب کرد آن دم غلام ** شد فراموشش ز خواجه وز مقام
  • Göz pınarları doldu, efendini de unuttu, durağını da!
  • دست و پایش ماند از رفتن به راه ** زلزله افکند در جانش اله
  • Elsiz, ayaksız kaldı, yola gitmeye ne eli vardı artık, ne ayağı… Allah, ruhuna bir titremedir saldı!