English    Türkçe    فارسی   

3
3337-3361

  • آنک معصوم آمد و پاک از غلط ** آن خروس جان وحی آمد فقط
  • Masum olan, yanılmayansa ancak vahye mahzar olan can horozudur.
  • آن غلامش مرد پیش مشتری ** شد زیان مشتری آن یکسری
  • Kölesini de sattı. Köle satılır satılmaz öldü, alan da iki kat ziyana girdi.
  • او گریزانید مالش را ولیک ** خون خود را ریخت اندر یاب نیک
  • Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi.
  • یک زیان دفع زیانها می‌شدی ** جسم و مال ماست جانها را فدا 3340
  • Bir ziyana uğramak, birçok ziyanları defedecekti. Cismimiz, malımız, canlarımıza fedadır; canımıza gelecek belâ, cismimize, malımıza gelir.
  • پیش شاهان در سیاست‌گستری ** می‌دهی تو مال و سر را می‌خری
  • Gazaba uğradın mı padişahlara malını verir, başını kurtarırsın.
  • اعجمی چون گشته‌ای اندر قضا ** می‌گریزانی ز داور مال را
  • Fakat iş bilmez cahil misin? Kazaya düşünce padişahtan malını kaçırmaya kalkışırsın.
  • خبر کردن خروس از مرگ خواجه
  • Horozun ev sahibinin ölümünü haber vermesi
  • لیک فردا خواهد او مردن یقین ** گاو خواهد کشت وارث در حنین
  • Fakat şimdi de yarınki gün ev sahibi ölecek. Mirasına konan feryat ve figan ederek bir öküz kesecek.
  • صاحب خانه بخواهد مرد رفت ** روز فردا نک رسیدت لوت زفت
  • Yarın, adam ölünce sana epeyce yemek düşecek.
  • پاره‌های نان و لالنگ و طعام ** در میان کوی یابد خاص و عام 3345
  • Köyde halk da, ileri gelenler de kurban etleri, lalangalar, yemekler yiyecekler.
  • گاو قربانی و نانهای تنک ** بر سگان و سایلان ریزد سبک
  • Yoksullara, köpeklere bir hayli öküz eti, koca koca ekmekler dağıtılacak.
  • مرگ اسپ و استر و مرگ غلام ** بد قضا گردان این مغرور خام
  • Atın, eşeğin, kölenin ölümü, bu ham mağrura gelecek kazayı defedecekti.
  • از زیان مال و درد آن گریخت ** مال افزون کرد و خون خویش ریخت
  • Fakat o, malının ziyan olmasından ve bu yüzden derde düşmesinden kaçtı, malını çoğalttı… Çoğalttı ama kendi kanına girdi!
  • این ریاضتهای درویشان چراست ** کان بلا بر تن بقای جانهاست
  • Dervişlerin bu riyazatları neden? Çünkü cisme verilen o eziyetler, canların bakasına sebep olur.
  • تا بقای خود نیابد سالکی ** چون کند تن را سقیم و هالکی 3350
  • Salik, ebediliğe erişmese nasıl olur da tenini hastalıklara uğratır, helâk eder?
  • دست کی جنبد به ایثار و عمل ** تا نبیند داده را جانش بدل
  • Ruhu, karşılığında elde edeceği şeyleri görmese insan, elini açar da cömertlik eder, ibadette bulunur mu?
  • آنک بدهد بی امید سودها ** آن خدایست آن خدایست آن خدا
  • Kâr ummaksızın veren ancak Allah’tır, Allah’tır, Allah!
  • یا ولی حق که خوی حق گرفت ** نور گشت و تابش مطلق گرفت
  • Yahut da Allah huylarıyla huylanmış olan, nur olan, Allah parıltısını elde eden Allah velisi.
  • کو غنی است و جز او جمله فقیر ** کی فقیری بی عوض گوید که گیر
  • Çünkü o ganidir, ondan başka herkes yoksul. Bir yoksul, karşılık ummadan al diyebilir, mal verebilir mi?
  • تا نبیند کودکی که سیب هست ** او پیاز گنده را ندهد ز دست 3355
  • Çocuk, elmayı görmedikçe kokmuş soğanı elinden bırakır mı hiç?
  • این همه بازار بهر این غرض ** بر دکانها شسته بر بوی عوض
  • Bütün alışverişlerde maksat var. Herkes, bir şey elde etmek için dükkânına geçmiş, kurulmuştur.
  • صد متاع خوب عرضه می‌کنند ** واندرون دل عوضها می‌تنند
  • Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı düşünür durur.
  • یک سلامی نشنوی ای مرد دین ** که نگیرد آخرت آن آستین
  • Ey din ulusu, bir selâm bile duymazsın ki selâm veren, sonunda yenini, yakanı yakalamasın.
  • بی طمع نشنیده‌ام از خاص و عام ** من سلامی ای برادر والسلام
  • Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de, geri kalanlarından da tamahsız bir selâm bile işitmedim vesselâm!
  • جز سلام حق هین آن را بجو ** خانه خانه جا بجا و کو بکو 3360
  • Yalnız Allah’ın selâmında bir tamah yoktur… İşte o kadar. Sen ev ev, yer yer onu ara, gaflet etme!
  • از دهان آدمی خوش‌مشام ** هم پیام حق شنودم هم سلام
  • Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Allah haberini duydum, hem Allah selâmını!