English    Türkçe    فارسی   

3
3347-3371

  • مرگ اسپ و استر و مرگ غلام ** بد قضا گردان این مغرور خام
  • Atın, eşeğin, kölenin ölümü, bu ham mağrura gelecek kazayı defedecekti.
  • از زیان مال و درد آن گریخت ** مال افزون کرد و خون خویش ریخت
  • Fakat o, malının ziyan olmasından ve bu yüzden derde düşmesinden kaçtı, malını çoğalttı… Çoğalttı ama kendi kanına girdi!
  • این ریاضتهای درویشان چراست ** کان بلا بر تن بقای جانهاست
  • Dervişlerin bu riyazatları neden? Çünkü cisme verilen o eziyetler, canların bakasına sebep olur.
  • تا بقای خود نیابد سالکی ** چون کند تن را سقیم و هالکی 3350
  • Salik, ebediliğe erişmese nasıl olur da tenini hastalıklara uğratır, helâk eder?
  • دست کی جنبد به ایثار و عمل ** تا نبیند داده را جانش بدل
  • Ruhu, karşılığında elde edeceği şeyleri görmese insan, elini açar da cömertlik eder, ibadette bulunur mu?
  • آنک بدهد بی امید سودها ** آن خدایست آن خدایست آن خدا
  • Kâr ummaksızın veren ancak Allah’tır, Allah’tır, Allah!
  • یا ولی حق که خوی حق گرفت ** نور گشت و تابش مطلق گرفت
  • Yahut da Allah huylarıyla huylanmış olan, nur olan, Allah parıltısını elde eden Allah velisi.
  • کو غنی است و جز او جمله فقیر ** کی فقیری بی عوض گوید که گیر
  • Çünkü o ganidir, ondan başka herkes yoksul. Bir yoksul, karşılık ummadan al diyebilir, mal verebilir mi?
  • تا نبیند کودکی که سیب هست ** او پیاز گنده را ندهد ز دست 3355
  • Çocuk, elmayı görmedikçe kokmuş soğanı elinden bırakır mı hiç?
  • این همه بازار بهر این غرض ** بر دکانها شسته بر بوی عوض
  • Bütün alışverişlerde maksat var. Herkes, bir şey elde etmek için dükkânına geçmiş, kurulmuştur.
  • صد متاع خوب عرضه می‌کنند ** واندرون دل عوضها می‌تنند
  • Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı düşünür durur.
  • یک سلامی نشنوی ای مرد دین ** که نگیرد آخرت آن آستین
  • Ey din ulusu, bir selâm bile duymazsın ki selâm veren, sonunda yenini, yakanı yakalamasın.
  • بی طمع نشنیده‌ام از خاص و عام ** من سلامی ای برادر والسلام
  • Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de, geri kalanlarından da tamahsız bir selâm bile işitmedim vesselâm!
  • جز سلام حق هین آن را بجو ** خانه خانه جا بجا و کو بکو 3360
  • Yalnız Allah’ın selâmında bir tamah yoktur… İşte o kadar. Sen ev ev, yer yer onu ara, gaflet etme!
  • از دهان آدمی خوش‌مشام ** هم پیام حق شنودم هم سلام
  • Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Allah haberini duydum, hem Allah selâmını!
  • وین سلام باقیان بر بوی آن ** من همی‌نوشم به دل خوشتر ز جان
  • Bu Allah erlerinin selâmını da canla, gönülle kabul eder; Allah selâmını onların selâmından duyar, içerim.
  • زان سلام او سلام حق شدست ** کتش اندر دودمان خود زدست
  • Çünkü onun selâmı da Allah selâmı olmuştur. Çünkü o, kendi varlığını ateşlere atmış, yakmıştır.
  • مرده است از خود شده زنده برب ** زان بود اسرار حقش در دو لب
  • Kendi varlığından ölmüş, Allah’ıyla dirilmiştir. Onun için Allah sırları, iki dudağının arasından çıkıp durmadadır.
  • مردن تن در ریاضت زندگیست ** رنج این تن روح را پایندگیست 3365
  • Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedîlik verir.
  • گوش بنهاده بد آن مرد خبیث ** می‌شنود او از خروسش آن حدیث
  • O habis herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu.
  • دویدن آن شخص به سوی موسی به زنهار چون از خروس خبر مرگ خود شنید
  • O adamın, horozdan ölüm haberini duyunca Musa’ya koşması
  • چون شنید اینها دوان شد تیز و تفت ** بر در موسی کلیم الله رفت
  • Bunları duyunca ateşlenip koşa koşa Musa Kelimullah’ın kapısına dayandı.
  • رو همی‌مالید در خاک او ز بیم ** که مرا فریاد رس زین ای کلیم
  • Korkudan kapısının toprağına yüz sürmekte, Ey Kelîm, feryadıma yetiş demekteydi.
  • گفت رو بفروش خود را و بره ** چونک استا گشته‌ای بر جه ز چه
  • Musa, “Yürü, yüzünü yerlere döşe de kurtul. Mademki usta oldun, kuyudan sıçra, çık!
  • بر مسلمانان زیان انداز تو ** کیسه و همیانها را کن دوتو 3370
  • Hadi Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur.
  • من درون خشت دیدم این قضا ** که در آیینه عیان شد مر ترا
  • Ben, sana aynada görünen bu kaza ve kaderi kerpiçte gördüm.