English    Türkçe    فارسی   

3
3356-3380

  • این همه بازار بهر این غرض ** بر دکانها شسته بر بوی عوض
  • Bütün alışverişlerde maksat var. Herkes, bir şey elde etmek için dükkânına geçmiş, kurulmuştur.
  • صد متاع خوب عرضه می‌کنند ** واندرون دل عوضها می‌تنند
  • Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı düşünür durur.
  • یک سلامی نشنوی ای مرد دین ** که نگیرد آخرت آن آستین
  • Ey din ulusu, bir selâm bile duymazsın ki selâm veren, sonunda yenini, yakanı yakalamasın.
  • بی طمع نشنیده‌ام از خاص و عام ** من سلامی ای برادر والسلام
  • Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de, geri kalanlarından da tamahsız bir selâm bile işitmedim vesselâm!
  • جز سلام حق هین آن را بجو ** خانه خانه جا بجا و کو بکو 3360
  • Yalnız Allah’ın selâmında bir tamah yoktur… İşte o kadar. Sen ev ev, yer yer onu ara, gaflet etme!
  • از دهان آدمی خوش‌مشام ** هم پیام حق شنودم هم سلام
  • Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Allah haberini duydum, hem Allah selâmını!
  • وین سلام باقیان بر بوی آن ** من همی‌نوشم به دل خوشتر ز جان
  • Bu Allah erlerinin selâmını da canla, gönülle kabul eder; Allah selâmını onların selâmından duyar, içerim.
  • زان سلام او سلام حق شدست ** کتش اندر دودمان خود زدست
  • Çünkü onun selâmı da Allah selâmı olmuştur. Çünkü o, kendi varlığını ateşlere atmış, yakmıştır.
  • مرده است از خود شده زنده برب ** زان بود اسرار حقش در دو لب
  • Kendi varlığından ölmüş, Allah’ıyla dirilmiştir. Onun için Allah sırları, iki dudağının arasından çıkıp durmadadır.
  • مردن تن در ریاضت زندگیست ** رنج این تن روح را پایندگیست 3365
  • Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedîlik verir.
  • گوش بنهاده بد آن مرد خبیث ** می‌شنود او از خروسش آن حدیث
  • O habis herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu.
  • دویدن آن شخص به سوی موسی به زنهار چون از خروس خبر مرگ خود شنید
  • O adamın, horozdan ölüm haberini duyunca Musa’ya koşması
  • چون شنید اینها دوان شد تیز و تفت ** بر در موسی کلیم الله رفت
  • Bunları duyunca ateşlenip koşa koşa Musa Kelimullah’ın kapısına dayandı.
  • رو همی‌مالید در خاک او ز بیم ** که مرا فریاد رس زین ای کلیم
  • Korkudan kapısının toprağına yüz sürmekte, Ey Kelîm, feryadıma yetiş demekteydi.
  • گفت رو بفروش خود را و بره ** چونک استا گشته‌ای بر جه ز چه
  • Musa, “Yürü, yüzünü yerlere döşe de kurtul. Mademki usta oldun, kuyudan sıçra, çık!
  • بر مسلمانان زیان انداز تو ** کیسه و همیانها را کن دوتو 3370
  • Hadi Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur.
  • من درون خشت دیدم این قضا ** که در آیینه عیان شد مر ترا
  • Ben, sana aynada görünen bu kaza ve kaderi kerpiçte gördüm.
  • عاقل اول بیند آخر را بدل ** اندر آخر بیند از دانش مقل
  • Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür, gönlüne doğar; bilgisi az kişiye sonunda!” dedi.
  • باز زاری کرد کای نیکوخصال ** مر مرا در سر مزن در رو ممال
  • Adam tekrar feryat edip dedi ki: “Ey iyi ahlâklı, lütfet. Başıma kakma yüzüme vurma.
  • از من آن آمد که بودم ناسزا ** ناسزایم را تو ده حسن الجزا
  • Ben, iyiliğe lâyık bir adam değilim, ancak öyle hareket edebilirdim… Ettim de. Sen, benim liyakatsızlığıma iyi bir karşılık ver, lütfet.”
  • گفت تیری جست از شست ای پسر ** نیست سنت کید آن واپس به سر 3375
  • Musa, “Oğul, şastten bir oktur fırladı, geri gelmesi âdet değildir ki.
  • لیک در خواهم ز نیکوداوری ** تا که ایمان آن زمان با خود بری
  • Fakat bir iyilikte bulunmak isterim; ölüm zamanı imansız kalmayasın, imanlı ölesin.
  • چونک ایمان برده باشی زنده‌ای ** چونک با ایمان روی پاینده‌ای
  • İmanını yoldaş edindin mi dirisin… İmanla gittin mi ebedîsin” dedi.
  • هم در آن دم حال بر خواجه بگشت ** تا دلش شوریده و آوردند طشت
  • Tam bu sırada adamın hali değişti gönlü bulandı, leğen getirdiler.
  • شورش مرگست نه هیضه‌ی طعام ** قی چه سودت دارد ای بدبخت خام
  • Bu, yemekten meydana gelen gönül bulantısı değil, ölüm alâmeti! A ham betbaht, kay etmenin ne faydası var sana?
  • چار کس بردند تا سوی وثاق ** ساق می‌مالید او بر پشت ساق 3380
  • Dört kişi alıp evine götürdüler. Adamcağızın ayakları birbirine dolaşıyordu.