English    Türkçe    فارسی   

3
3524-3548

  • خود کی بیند مردم دیده‌ی ترا ** در جهان جز مردم دیده‌فزا
  • Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki?
  • چون به غیر مردم دیده‌ش ندید ** پس به غیر او کی در رنگش رسید 3525
  • Onu, gözbebeği haline gelenlerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar?
  • پس جز او جمله مقلد آمدند ** در صفات مردم دیده بلند
  • İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklit eder. Hakikati bilmez.
  • گفت جفتش الفراق ای خوش‌خصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
  • Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
  • گفت جفت امشب غریبی می‌روی ** از تبار و خویش غایب می‌شوی
  • Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
  • گفت نه نه بلک امشب جان من ** می‌رسد خود از غریبی در وطن
  • Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
  • گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقه‌ی خاص خدا 3530
  • Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında!
  • حلقه‌ی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
  • Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
  • اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور می‌تابد چو در حلقه نگین
  • Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
  • گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
  • Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
  • کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
  • Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
  • حکمت ویران شدن تن به مرگ
  • Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
  • من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب 3535
  • Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da.
  • من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
  • Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
  • قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
  • Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
  • انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
  • Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
  • مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
  • Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
  • گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست 3540
  • Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu!
  • در زمان خواب چون آزاد شد ** زان مکان بنگر که جان چون شاد شد
  • İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… Ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte.
  • ظالم از ظلم طبیعت باز رست ** مرد زندانی ز فکر حبس جست
  • Zalim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor.
  • این زمین و آسمان بس فراخ ** سخت تنگ آمد به هنگام مناخ
  • Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta.
  • جسم بند آمد فراخ وسخت تنگ ** خنده‌ی او گریه فخرش جمله ننگ
  • Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil.
  • تشبیه دنیا کی بظاهر فراخست و بمعنی تنگ و تشبیه خواب کی خلاص است ازین تنگی
  • Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer
  • همچو گرمابه که تفسیده بود ** تنگ آیی جانت پخسیده شود 3545
  • Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır.
  • گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
  • Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
  • تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
  • Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
  • یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی می‌روی
  • Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.