English    Türkçe    فارسی   

3
3584-3608

  • عقل از جان گشت با ادراک و فر ** روح او را کی شود زیر نظر
  • Akıl, canla idrak sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?
  • لیک جان در عقل تاثیری کند ** زان اثر آن عقل تدبیری کند 3585
  • Fakat ruh, akla tesir eder de akıl, o tesir altında tedbire girişir.
  • نوح‌وار ار صدقی زد در تو روح ** کو یم و کشتی و کو طوفان نوح
  • Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?
  • عقل اثر را روح پندارد ولیک ** نور خور از قرص خور دورست نیک
  • Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır.
  • زان به قرصی سالکی خرسند شد ** تا ز نورش سوی قرص افکند شد
  • O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.
  • زانک این نوری که اندر سافل است ** نیست دایم روز و شب او آفل است
  • Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider.
  • وانک اندر قرص دارد باش و جا ** غرقه‌ی آن نور باشد دایما 3590
  • Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur.
  • نه سحابش ره زند خود نه غروب ** وا رهید او از فراق سینه کوب
  • Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder. O, artık ayrılıktan kurtulmuş, güzelleşmiştir.
  • این‌چنین کس اصلش از افلاک بود ** یا مبدل گشت گر از خاک بود
  • Bu makama eren kişinin aslı, ya göklerdendir. Yahut topraktır da topraklıktan tamamıyla çıkmıştır.
  • زانک خاکی را نباشد تاب آن ** که زند بر وی شعاعش جاودان
  • Çünkü bu güneşin şuaı daimî olarak dursa toprağa mensup olan tahammül edemez ki…
  • گر زند بر خاک دایم تاب خور ** آنچنان سوزد که ناید زو ثمر
  • Güneşin ziyası daima toprağa vurup dursa toprağı öyle bir yakar ki yeryüzünde hiçbir verim kalmaz, hiçbir meyve bitmez.
  • دایم اندر آب کار ماهی است ** مار را با او کجا همراهی است 3595
  • Daima suda kalmak balığın harcıdır. Yılan, nereden balıkla yoldaşlık edebilecek?
  • لیک در که مارهای پر فن‌اند ** اندرین یم ماهییها می‌کنند
  • Fakat dağlarda öyle düzenbaz yılanlar vardır ki bu denizde balıklık etmeye kalkışırlar.
  • مکرشان گر خلق را شیدا کند ** هم ز دریا تاسه‌شان رسوا کند
  • Hileleri halkın aklını başından alırsa da denizden nefretleri, nihayet kendilerini rezil eder gider.
  • واندرین یم ماهیان پر فن‌اند ** مار را از سحر ماهی می‌کنند
  • Bu denizde de öyle hünerli balıklar vardır ki yılana bile sihir yapar, balık haline koyarlar.
  • ماهیان قعر دریای جلال ** بحرشان آموخته سحر حلال
  • Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.
  • بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد 3600
  • Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer.
  • تا قیامت گر بگویم زین کلام ** صد قیامت بگذرد وین ناتمام
  • Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… Yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz.
  • آداب المستمعین والمریدین عند فیض الحکمة من لسان الشیخ
  • Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye
  • بر ملولان این مکرر کردنست ** نزد من عمر مکرر بردنست
  • Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür.
  • شمع از برق مکرر بر شود ** خاک از تاب مکرر زر شود
  • Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar.
  • گر هزاران طالب‌اند و یک ملول ** از رسالت باز می‌ماند رسول
  • Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.
  • این رسولان ضمیر رازگو ** مستمع خواهند اسرافیل‌خو 3605
  • Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler.
  • نخوتی دارند و کبری چون شهان ** چاکری خواهند از اهل جهان
  • Padişahlar gibi azamet sahibidir bunlar. Cihan halkından kulluk isterler.
  • تا ادبهاشان بجاگه ناوری ** از رسالتشان چگونه بر خوری
  • Huzurlarında edebe riayet etmedikçe elçiliklerinden nasıl faydalanabilirsin?
  • کی رسانند آن امانت را بتو ** تا نباشی پیششان راکع دوتو
  • Önlerinde iki büklüm eğilmedikçe o emaneti sana verirler mi hiç?