English    Türkçe    فارسی   

3
3687-3711

  • مدت ده سال سرگردان بگشت ** گه خراسان گه کهستان گاه دشت
  • On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı.
  • از پس ده سال او از اشتیاق ** گشت بی‌طاقت ز ایام فراق
  • On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
  • گفت تاب فرقتم زین پس نماند ** صبر کی داند خلاعت را نشاند
  • Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?
  • از فراق این خاکها شوره بود ** آب زرد و گنده و تیره شود 3690
  • Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… Sular bile sararır, kokar, bulanır!
  • باد جان‌افزا وخم گردد وبا ** آتشی خاکستری گردد هبا
  • Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… Ateş kül haline gelir, savrulur!
  • باغ چون جنت شود دار المرض ** زرد و ریزان برگ او اندر حرض
  • Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… Bir hastalık yurdu olur!
  • عقل دراک از فراق دوستان ** همچو تیرانداز اشکسته کمان
  • Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya döner.
  • دوزخ از فرقت چنان سوزان شدست ** پیر از فرقت چنان لرزان شدست
  • Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği titrer, yandığı gibi yanar kavrulur.
  • گر بگویم از فراق چون شرار ** تا قیامت یک بود از صد هزار 3695
  • Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam.
  • پس ز شرح سوز او کم زن نفس ** رب سلم رب سلم گوی و بس
  • O halde onun yakıcılığını anlatmaya kalkışma sus, yarabbi, beni sen kurtar, sen kurtar da ancak.
  • هرچه از وی شاد گردی در جهان ** از فراق او بیندیش آن زمان
  • Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele!
  • زانچ گشتی شاد بس کس شاد شد ** آخر از وی جست و همچون باد شد
  • Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi… Fakat sonunda sahibine vefa etmedi, yel gibi geçti gitti!
  • از تو هم بجهد تو دل بر وی منه ** پیش از آن کو بجهد از وی تو بجه
  • Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış.
  • پیدا شدن روح القدس بصورت آدمی بر مریم بوقت برهنگی و غسل کردن و پناه گرفتن بحق تعالی
  • Ruhulkudüs’ün Meryem’e, Meryem çıplak bir halde yıkanırken bir insan şeklinde görünmesi, Meryem’in Ulu Allah’a sığınması
  • همچو مریم گوی پیش از فوت ملک ** نقش را کالعوذ بالرحمن منک 3700
  • Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “Senden Rahman’a sığınırım” de.
  • دید مریم صورتی بس جان‌فزا ** جان‌فزایی دلربایی در خلا
  • Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu.
  • پیش او بر رست از روی زمین ** چون مه وخورشید آن روح الامین
  • Ruhulemin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
  • از زمین بر رست خوبی بی‌نقاب ** آنچنان کز شرق روید آفتاب
  • Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
  • لرزه بر اعضای مریم اوفتاد ** کو برهنه بود و ترسید از فساد
  • Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.
  • صورتی که یوسف ار دیدی عیان ** دست از حیرت بریدی چو زنان 3705
  • Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı.
  • همچو گل پیشش برویید آن ز گل ** چون خیالی که بر آرد سر ز دل
  • Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti.
  • گشت بی‌خود مریم و در بی‌خودی ** گفت بجهم در پناه ایزدی
  • Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım dedi.
  • زانک عادت کرده بود آن پاک‌جیب ** در هزیمت رخت بردن سوی غیب
  • O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’a sığınırdı.
  • چون جهان را دید ملکی بی‌قرار ** حازمانه ساخت زان حضرت حصار
  • Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’a sığınmayı âdet edinmişti.
  • تا به گاه مرگ حصنی باشدش ** که نیابد خصم راه مقصدش 3710
  • Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi.
  • از پناه حق حصاری به ندید ** یورتگه نزدیک آن دز برگزید
  • Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti.