English    Türkçe    فارسی   

3
3704-3728

  • لرزه بر اعضای مریم اوفتاد ** کو برهنه بود و ترسید از فساد
  • Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.
  • صورتی که یوسف ار دیدی عیان ** دست از حیرت بریدی چو زنان 3705
  • Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı.
  • همچو گل پیشش برویید آن ز گل ** چون خیالی که بر آرد سر ز دل
  • Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti.
  • گشت بی‌خود مریم و در بی‌خودی ** گفت بجهم در پناه ایزدی
  • Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım dedi.
  • زانک عادت کرده بود آن پاک‌جیب ** در هزیمت رخت بردن سوی غیب
  • O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’a sığınırdı.
  • چون جهان را دید ملکی بی‌قرار ** حازمانه ساخت زان حضرت حصار
  • Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’a sığınmayı âdet edinmişti.
  • تا به گاه مرگ حصنی باشدش ** که نیابد خصم راه مقصدش 3710
  • Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi.
  • از پناه حق حصاری به ندید ** یورتگه نزدیک آن دز برگزید
  • Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti.
  • چون بدید آن غمزه‌های عقل‌سوز ** که ازو می‌شد جگرها تیردوز
  • Meryem o akılları yakan, ciğerleri okşayan bakışları gördü.
  • شاه و لشکر حلقه در گوشش شده ** خسروان هوش بیهوشش شده
  • Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de… O bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü!
  • صد هزاران شاه مملوکش برق ** صد هزاران بدر را داده به دق
  • O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüzbinlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.
  • زهره نی مر زهره را تا دم زند ** عقل کلش چون ببیند کم زند 3715
  • Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı.
  • من چگویم که مرا در دوخته‌ست ** دمگهم را دمگه او سوخته‌ست
  • Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki!
  • دود آن نارم دلیلم من برو ** دور از آن شه باطل ما عبروا
  • Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepsi de saçma!
  • خود نباشد آفتابی را دلیل ** جز که نور آفتاب مستطیل
  • Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki.
  • سایه کی بود تا دلیل او بود ** این بستش کع ذلیل او بود
  • Gölgenin on delâlet etmesine imkân mı var? Gölge, onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya… işte bu, kâfi ona!
  • این جلالت در دلالت صادقست ** جمله ادراکات پس او سابقست 3720
  • Bu ululuk, ona tam doğru bir delil: bütün anlayışlar geridedir, o ilerde!
  • جمله ادراکات بر خرهای لنگ ** او سوار باد پران چون خدنگ
  • Bütün anlayışlar topal eşeklere binmiş… O, ok gibi uçup giden rüzgâra!
  • گر گریزد کس نیابد گرد شه ** ور گریزند او بگیرد پیش ره
  • Padişah kaçarsa tozunu bile kimse bulamaz… Onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir!
  • جمله ادراکات را آرام نی ** وقت میدانست وقت جام نی
  • Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… Meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil!
  • آن یکی وهمی چو بازی می‌پرد ** وآن دگر چون تیر معبر می‌درد
  • Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok gibi uçar!
  • وان دگر چون کشتی با بادبان ** وآن دگر اندر تراجع هر زمان 3725
  • Öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider… Bir başkasınınkiyse her an gerileyip durur!
  • چون شکاری می‌نمایدشان ز دور ** جمله حمله می‌فزایند آن طیور
  • Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları, uzaktan bir av gördüler mi hep birden saldırırlar.
  • چونک ناپیدا شود حیران شوند ** همچو جغدان سوی هر ویران شوند
  • Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar!
  • منتظر چشمی به هم یک چشم باز ** تا که پیدا گردد آن صید به ناز
  • O av tekrar nazlana, nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler.