English    Türkçe    فارسی   

3
4134-4158

  • چون در زرادخانه باز شد ** غمزه‌های چشم تیرانداز شد
  • Silâh deposunun kapısını açınca güzellerin bakışları âşıkları koklamaya başladı…
  • بر دلم زد تیر و سوداییم کرد ** عاشق شکر و شکرخاییم کرد 4135
  • Bu tecelli ile bu feyz ile benim gönlüme de ok attı, beni de sevdalara saldı… Beni şükre de âşık etti, şekere de!
  • عاشق آنم که هر آن آن اوست ** عقل و جان جاندار یک مرجان اوست
  • Öyle bir sevgiliye âşığım ki her alım, onun alımıdır. Akıl da onun bir kuluna kuludur, can da!
  • من نلافم ور بلافم همچو آب ** نیست در آتش‌کشی‌ام اضطراب
  • Ben kuru lâf etmem; bir söz söylesem bile su gibi söylerim de ateşi söndürmede hiçbir ıstırabım olmaz.
  • چون بدزدم چون حفیظ مخزن اوست ** چون نباشم سخت‌رو پشت من اوست
  • Ben nasıl bir şey çalabilirim? Hazinedar o… Nasıl kuvvetlenmem, arkam o…
  • هر که از خورشید باشد پشت گرم ** سخت رو باشد نه بیم او را نه شرم
  • Kimin arkası güneşten kızar, ısınırsa yüzü pek olur, kuvvetlenir… Artık ona ne korku vardır, ne utanma!
  • همچو روی آفتاب بی‌حذر ** گشت رویش خصم‌سوز و پرده‌در 4140
  • Yüzü, hiçbir şeye aldırış etmeyen güneş gibi düşmanı yakar, perdeleri yırtar.
  • هر پیمبر سخت‌رو بد در جهان ** یکسواره کوفت بر جیش شهان
  • Her peygamberin dünyada yüzü pektir, bir tek binici olduğu halde padişahların ordularına saldırır, onları ezer, bozar!
  • رو نگردانید از ترس و غمی ** یک‌تنه تنها بزد بر عالمی
  • Bir şeyden korkmaz, gamlanmaz; bu yüzden de hiçbir şeyden yüz çevirmez… Tek başına bütün dünyayı mağlûp eder.
  • سنگ باشد سخت‌رو و چشم‌شوخ ** او نترسد از جهان پر کلوخ
  • Taşın yüzü pektir, gözü tok… Dünya dolusu kerpiç olsa korkmaz.
  • کان کلوخ از خشت‌زن یک‌لخت شد ** سنگ از صنع خدایی سخت شد
  • Çünkü kerpiç, kerpiççi tarafından o hale konmuştur, taşıysa Allah yapmıştır, ondan dolayı serttir, katıdır!
  • گوسفندان گر برونند از حساب ** ز انبهیشان کی بترسد آن قصاب 4145
  • Koyunlar, sayıya sığmayacak kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı hiç?
  • کلکم راع نبی چون راعیست ** خلق مانند رمه او ساعیست
  • Hepiniz de çobansınız… Peygamber de çobandır. Halka gelince sürüye benzer… Peygamber, onların çobanıdır, onları sürer durur.
  • از رمه چوپان نترسد در نبرد ** لیکشان حافظ بود از گرم و سرد
  • Çoban koyunlarla savaşa girişmekten korkmaz… bilâkis onları soğuktan, sıcaktan korur.
  • گر زند بانگی ز قهر او بر رمه ** دان ز مهرست آن که دارد بر همه
  • Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan bağırır!
  • هر زمان گوید به گوشم بخت نو ** که ترا غمگین کنم غمگین مشو
  • Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma!
  • من ترا غمگین و گریان زان کنم ** تا کت از چشم بدان پنهان کنم 4150
  • Ben, seni kötü gözlerden gizlemek için gamlandırırım.
  • تلخ گردانم ز غمها خوی تو ** تا بگردد چشم بد از روی تو
  • Kötü gözler, yüzünden ırak olsun diye kederlendirir, ahlâkını acı bir hale getiririm.
  • نه تو صیادی و جویای منی ** بنده و افکنده‌ی رای منی
  • Sen, benim avcım değil misin, beni aramıyor musun? Benim kulum, emrime tabi değil misin?
  • حیله اندیشی که در من در رسی ** در فراق و جستن من بی‌کسی
  • Bana kavuşmak için tedbirler kurmadasın… Benim ayrılığımla herkesten ayrılmış, beni arayıp durmaktasın, kimsesiz bir hale gelmişsin!
  • چاره می‌جوید پی من درد تو ** می‌شنودم دوش آه سرد تو
  • Dertlere düşmüş, izimi bulmak için çarelere başvurmuşsun… Dün senin yanık yanık ah ettiğini duydum.
  • من توانم هم که بی این انتظار ** ره دهم بنمایمت راه گذار 4155
  • Seni bekletmeksizin de kendime kavuşturmaya, sana yol gösterip kendime almaya kadirim ben…
  • تا ازین گرداب دوران وا رهی ** بر سر گنج وصالم پا نهی
  • Bu suretle bu devranın girdabından kurtulur, vuslat hazineme ayak basarsın.
  • لیک شیرینی و لذات مقر ** هست بر اندازه‌ی رنج سفر
  • Fakat varılan yerin tatlılığı, lezzetleri, seferde çekilen zahmetlerle ölçülür.
  • آنگه ا ز شهر و ز خویشان بر خوری ** کز غریبی رنج و محنتها بری
  • Ne kadar gurbet çeker, mihnetler, zahmetlere uğrarsan, şehrinden, akrabandan o derece lezzet alır, zevk bulursun!
  • تمثیل گریختن مومن و بی‌صبری او در بلا به اضطراب و بی‌قراری نخود و دیگر حوایج در جوش دیگ و بر دویدن تا بیرون جهند
  • Müminin bir belâya uğrayınca sabırsızlık edip kaçması, nohudun ve sair yiyecek şeylerin tencerede kaynarken sıçrayıp dışarı çıkmaya çalışmalarına benzer