English    Türkçe    فارسی   

3
474-498

  • قصه‌ی اصحاب ضروان خوانده‌ای ** پس چرا در حیله‌جویی مانده‌ای
  • Darvan’lıların hikâyesini okumadın mı? Okuduysan niçin hileye sapmakta ısrar edip duruyorsun?
  • حیله می‌کردند کزدم‌نیش چند ** که برند از روزی درویش چند 475
  • Birkaç akrep iğneli kişi, birkaç yoksulun rızkını çarpmak için hileye, düzene giriştiler.
  • شب همه شب می‌سگالیدند مکر ** روی در رو کرده چندین عمرو و بکر
  • Gece vakti, sabaha kadar birkaç, Amır’la Bekir, yüz yüze verip hile düşündüler.
  • خفیه می‌گفتند سرها آن بدان ** تا نباید که خدا در یابد آن
  • Sırlarını, Allah anlamasın diye gizli söylüyorlardı.
  • با گل انداینده اسگالید گل ** دست کاری می‌کند پنهان ز دل
  • Sıvacıya çamur sıvamaya koyuldular. Hiç, el, gönülden gizli bir iş yapabilir mi?
  • گفت الا یعلم هواک من خلق ** ان فی نجواک صدقا ام ملق
  • Allah, “Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi… bunu hiç bilmez mi?” buyurdu.
  • گفت یغفل عن ظعین قد غدا ** من یعاین این مثواه غدا 480
  • Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak, bundan sonra nasıl gâfil olur?
  • اینما قد هبطا او صعدا ** قد تولاه و احصی عددا
  • Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl bilmez?
  • گوش را اکنون ز غفلت پاک کن ** استماع هجر آن غمناک کن
  • Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
  • آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
  • Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
  • بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقه‌ی جان شریف از آب و گل
  • Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
  • خانه‌ی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی 485
  • Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
  • گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانه‌ی او کم شود
  • Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
  • غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی می‌روی
  • Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
  • این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
  • Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
  • این بدین سو آن بدان سو می‌کشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
  • Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
  • این تردد عقبه‌ی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست 490
  • Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye.
  • بی‌تردد می‌رود در راه راست ** ره نمی‌دانی بجو گامش کجاست
  • O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
  • گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
  • Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
  • زین روش بر اوج انور می‌روی ** ای برادر گر بر آذر می‌روی
  • Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
  • نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
  • Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
  • لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق 495
  • Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir.
  • خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصه‌ی آن کس را کش اینجا طوف نیست
  • Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
  • روان شدن خواجه به سوی ده
  • Şehirlinin köye gitmesi
  • خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
  • Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
  • اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
  • Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.