English    Türkçe    فارسی   

3
4780-4804

  • کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال 4780
  • O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü!
  • سایه‌ی حق بر سر بنده بود ** عاقبت جوینده یابنده بود
  • Allah’ın gölgesi kulun başı üstündedir. Arayan, nihayet aradığını bulur.
  • گفت پیغامبر که چون کوبی دری ** عاقبت زان در برون آید سری
  • Peygamber dedi ki: Bir kapıyı çalar durursan nihayet o kapıdan bir baş çıkar, görünür.
  • چون نشینی بر سر کوی کسی ** عاقبت بینی تو هم روی کسی
  • Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün.
  • چون ز چاهی می‌کنی هر روز خاک ** عاقبت اندر رسی در آب پاک
  • Bir kuyudan her gün toprak çeker, çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet.
  • جمله دانند این اگر تو نگروی ** هر چه می‌کاریش روزی بدروی 4785
  • Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin.
  • سنگ بر آهن زدی آتش نجست ** این نباشد ور بباشد نادرست
  • Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın… Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir.
  • آنک روزی نیستش بخت و نجات ** ننگرد عقلش مگر در نادرات
  • Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar!
  • کان فلان کس کشت کرد و بر نداشت ** و آن صدف برد و صدف گوهر نداشت
  • Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu.
  • بلعم باعور و ابلیس لعین ** سود نامدشان عبادتها و دین
  • Baûroğlu Bel’amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri der de.
  • صد هزاران انبیا و ره‌روان ** ناید اندر خاطر آن بدگمان 4790
  • O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile!
  • این دو را گیرد که تاریکی دهد ** در دلش ادبار جز این کی نهد
  • Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… Fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki?
  • بس کسا که نان خورد دلشاد او ** مرگ او گردد بگیرد در گلو
  • Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur!
  • پس تو ای ادبار رو هم نان مخور ** تا نیفتی همچو او در شور و شر
  • A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari!
  • صد هزاران خلق نانها می‌خورند ** زور می‌یابند و جان می‌پرورند
  • Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
  • تو بدان نادر کجا افتاده‌ای ** گر نه محرومی و ابله زاده‌ای 4795
  • Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın?
  • این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه
  • Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
  • که اگر حقست پس کو روشنی ** سر ز چه بردار و بنگر ای دنی
  • “Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak!
  • جمله عالم شرق و غرب آن نور یافت ** تا تو در چاهی نخواهد بر تو تافت
  • Bütün dünya… Doğu, batı, o nurla nurlanmış… Fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki!
  • چه رها کن رو به ایوان و کروم ** کم ستیز اینجا بدان کاللج شوم
  • Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!
  • هین مگو کاینک فلانی کشت کرد ** در فلان سالی ملخ کشتش بخورد 4800
  • Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi…
  • پس چرا کارم که اینجا خوف هست ** من چرا افشانم این گندم ز دست
  • Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… Neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme.
  • و آنک او نگذاشت کشت و کار را ** پر کند کوری تو انبار را
  • Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu.
  • چون دری می‌کوفت او از سلوتی ** عاقبت در یافت روزی خلوتی
  • O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi.
  • جست از بیم عسس شب او به باغ ** یار خود را یافت چون شمع و چراغ
  • Bir gece bekçinin korkusundan kaçıp bir bağa girdi. Orada sevgilisini mum gibi buluverdi.