English    Türkçe    فارسی   

3
55-79

  • کوهها و بحرها و دشتها ** بوستانها باغها و کشتها 55
  • Dağlar, denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar…
  • آسمانی بس بلند و پر ضیا ** آفتاب و ماهتاب و صد سها
  • Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı.
  • از جنوب و از شمال و از دبور ** باغها دارد عروسیها و سور
  • Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… Bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
  • در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چه‌ای در امتحان
  • O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
  • خون خوری در چارمیخ تنگنا ** در میان حبس و انجاس و عنا
  • Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde, sıkıntılar içindesin.
  • او بحکم حال خود منکر بدی ** زین رسالت معرض و کافر شدی 60
  • Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kâfir olur.
  • کین محالست و فریبست و غرور ** زانک تصویری ندارد وهم کور
  • Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
  • جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
  • Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
  • همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال می‌گویندشان
  • İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
  • کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
  • “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.
  • هیچ در گوش کسی زیشان نرفت ** کین طمع آمد حجاب ژرف و زفت 65
  • Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir.
  • گوش را بندد طمع از استماع ** چشم را بندد غرض از اطلاع
  • Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz.
  • همچنانک آن جنین را طمع خون ** کان غذای اوست در اوطان دون
  • Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan.
  • از حدیث این جهان محجوب کرد ** غیر خون او می‌نداند چاشت خورد
  • Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
  • قصه‌ی خورندگان پیل‌بچه از حرص و ترک نصیحت ناصح
  • Hırslarından fil yavrularını yiyenler ve yemeyin diyenin öğüdünü dinlemeyenler
  • آن شنیدی تو که در هندوستان ** دید دانایی گروهی دوستان
  • Bilmem işittin mi? Akıllı, bir adam, Hindistan’ da dostlarından iki üç kişinin
  • گرسنه مانده شده بی‌برگ و عور ** می‌رسیدند از سفر از راه دور 70
  • Uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü.
  • مهر داناییش جوشید و بگفت ** خوش سلامیشان و چون گلبن شکفت
  • Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı.
  • گفت دانم کز تجوع وز خلا ** جمع آمد رنجتان زین کربلا
  • “Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
  • لیک الله الله ای قوم جلیل ** تا نباشد خوردتان فرزند پیل
  • Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
  • پیل هست این سو که اکنون می‌روید ** پیل‌زاده مشکرید و بشنوید
  • Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
  • پیل‌بچگانند اندر راهتان ** صید ایشان هست بس دلخواهتان 75
  • Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir.
  • بس ضعیف‌اند و لطیف و بس سمین ** لیک مادر هست طالب در کمین
  • Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
  • از پی فرزند صد فرسنگ راه ** او بگردد در حنین و آه آه
  • Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.
  • آتش و دود آید از خرطوم او ** الحذر زان کودک مرحوم او
  • Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.
  • اولیا اطفال حق‌اند ای پسر ** غایبی و حاضری بس با خبر
  • Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.