English    Türkçe    فارسی   

3
552-576

  • آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
  • O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
  • بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
  • Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
  • عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
  • Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
  • چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند 555
  • O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir.
  • از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
  • Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
  • کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایه‌ی بی زینتست
  • Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
  • زر ز روی قلب در کان می‌رود ** سوی آن کان رو تو هم کان می‌رود
  • Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
  • نور از دیوار تا خور می‌رود ** تو بدان خور رو که در خور می‌رود
  • Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
  • زین سپس پستان تو آب از آسمان ** چون ندیدی تو وفا در ناودان 560
  • Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste.
  • معدن دنبه نباشد دام گرگ ** کی شناسد معدن آن گرگ سترگ
  • Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
  • زر گمان بردند بسته در گره ** می‌شتابیدند مغروران به ده
  • O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
  • همچنین خندان و رقصان می‌شدند ** سوی آن دولاب چرخی می‌زدند
  • Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
  • چون همی‌دیدند مرغی می‌پرید ** جانب ده صبر جامه می‌درید
  • Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
  • هر که می‌آمد ز ده از سوی او ** بوسه می‌دادند خوش بر روی او 565
  • Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar,
  • گر تو روی یار ما را دیده‌ای ** پس تو جان را جان و ما را دیده‌ای
  • “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
  • نواختن مجنون آن سگ را کی مقیم کوی لیلی بود
  • Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
  • همچو مجنون کو سگی را می‌نواخت ** بوسه‌اش می‌داد و پیشش می‌گداخت
  • Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
  • گرد او می‌گشت خاضع در طواف ** هم جلاب شکرش می‌داد صاف
  • Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
  • بوالفضولی گفت ای مجنون خام ** این چه شیدست این که می‌آری مدام
  • Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
  • پوز سگ دایم پلیدی می‌خورد ** مقعد خود را بلب می‌استرد 570
  • Köpeğin ağzı daima pis şeyleri yer. Ardını bile diliyle temizler.”
  • عیبهای سگ بسی او بر شمرد ** عیب‌دان از غیب‌دان بویی نبرد
  • Köpeğin ayıplarını bir hayli saydı döktü. Zaten ayıp gören gayp âleminin kokusunu bile alamaz.
  • گفت مجنون تو همه نقشی و تن ** اندر آ و بنگرش از چشم من
  • Mecnun dedi ki. “Sen, baştanbaşa suretten, cisimden ibaretsin. Gel de benim gözümle bir bak!
  • کین طلسم بسته‌ی مولیست این ** پاسبان کوچه‌ی لیلیست این
  • Bu köpek, bence Allah’ın bir çözülmez tılsımıdır. Bu köpek, Leylâ’nın mahallesinin bekçisi.
  • همنشین بین و دل و جان و شناخت ** کو کجا بگزید و مسکن‌گاه ساخت
  • Himmetine bak, gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki neresini seçmiş, neresini yurt edinmiş?
  • او سگ فرخ‌رخ کهف منست ** بلک او هم‌درد و هم‌لهف منست 575
  • O benim mağaramın yüzü kutlu köpeği, hatta o benim dertdaşım, gamdaşım.
  • آن سگی که باشد اندر کوی او ** من به شیران کی دهم یک موی او
  • Onun mahallesinde yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile ulu aslanlardan yeğdir.