English    Türkçe    فارسی   

4
1729-1753

  • کای ز بحر و ابر افزون کف تو ** در قضای حاجت حاجات‌جو
  • “Ey avucu, hacetler isteyeni hacetini vermede denizden de cömert olan, buluttan da cömert olan!
  • زانک ابر آنچ دهد گریان دهد ** کف تو خندان پیاپی خوان نهد 1730
  • Çünkü bulut verir ama ağlaya ağlaya verir... Hâlbuki senin elin, gülerek biteviye sofralar yayar” dedi.
  • ظاهر رقعه اگر چه مدح بود ** بوی خشم از مدح اثرها می‌نمود
  • Mektubun zahiri medihti ama o medihlerden kızgınlığının kokusu duyuluyordu.
  • زان همه کار تو بی‌نورست و زشت ** که تو دوری دور از نور سرشت
  • Senin işin de tıpkı onun işi gibi nursuz ve çirkin... Çünkü sen, yaradılış nurundan uzaksın, uzak!
  • رونق کار خسان کاسد شود ** هم‌چو میوه‌ی تازه زو فاسد شود
  • Bayağı kişilerin işi kesatlıdır... Taze meyve gibi o, çabucak bozulur, çürür!
  • رونق دنیا برآرد زو کساد ** زانک هست از عالم کون و فساد
  • Dünyanın parlaklığı ve revacı da ondan kesat bulur... Çünkü o, oluş ve bozulmuş âlemindendir.
  • خوش نگردد از مدیحی سینه‌ها ** چونک در مداح باشد کینه‌ها 1735
  • Methedende kin oldu mu onun karihasından doğan medihler, insana hoş gelmez!
  • ای دل از کین و کراهت پاک شو ** وانگهان الحمد خوان چالاک شو
  • Gönül, kinden, pislikten arın da sonra çevikçe hamd suresini oku!
  • بر زبان الحمد و اکراه درون ** از زبان تلبیس باشد یا فسون
  • Ağzınla hamd ediyorsun ama için bunu reddetmede... Dilindeki hamd, ya şeytanlıktır, ya efsun!
  • وانگهان گفته خدا که ننگرم ** من به ظاهر من به باطن ناظرم
  • İşte onun için Allah “Ben dışa bakmam, içe bakarım” dedi.
  • حکایت آن مداح کی از جهت ناموس شکر ممدوح می‌کرد و بوی اندوه و غم اندرون او و خلاقت دلق ظاهر او می‌نمود کی آن شکرها لافست و دروغ
  • Şerefini korumak için medihlerde bulunan, fakat içinden dert ve elem kokusu duyulan, hırkasının eksikliğinden o şükürlerin lâftan, yalandan ibaret olduğu anlaşılan övücü
  • آن یکی با دلق آمد از عراق ** باز پرسیدند یاران از فراق
  • Birisi, Irak’tan bir hırkayla çıkageldi. Dostları, ayrılığını sordular;
  • گفت آری بد فراق الا سفر ** بود بر من بس مبارک مژده‌ور 1740
  • Dedi ki: doğru, ayrılık vardı ama yolculuk bana pek kutluydu, âdeta beni muştulamaktaydı.
  • که خلیفه داد ده خلعت مرا ** که قرینش باد صد مدح و ثنا
  • Halife, bana tam on kat elbise verdi... Yüzlerce methüsena, ona yakın olsun!
  • شکرها و حمدها بر می‌شمرد ** تا که شکر از حد و اندازه ببرد
  • Onu bir hayli övdü, şükürlerde, hamitlerde bulundu... Nihayet şükür, haddini aştı.
  • پس بگفتندش که احوال نژند ** بر دروغ تو گواهی می‌دهند
  • Dediler ki: senin perişan halin, yalanına şahadet etmekte.
  • تن برهنه سر برهنه سوخته ** شکر را دزدیده یا آموخته
  • Bedenin çıplak, başın kabak, için yanmış... bu şükürleri, bir yerden mi çaldın, yoksa birisinden mi öğrendin?
  • کو نشان شکر و حمد میر تو ** بر سر و بر پای بی توفیر تو 1745
  • Nerede methettiğin emîrin şükür ve hamd nişaneleri? Onların, şu şerefsiz başında, ayağında görünmesi gerekti.
  • گر زبانت مدح آن شه می‌تند ** هفت اندامت شکایت می‌کند
  • Dilin, o padişahı methetmede ama yedi âzan da şikâyet edip duruyor.
  • در سخای آن شه و سلطان جود ** مر ترا کفشی و شلواری نبود
  • O cömertlik padişahını, o kerem sultanını övüyorsun ama bu övüşe karşılık ayağında bir ayakkabı, bacağında bir şalvar olmalıydı bari!
  • گفت من ایثار کردم آنچ داد ** میر تقصیری نکرد از افتقاد
  • Ben, dedi... Bütün verdiklerini dağıttım; emir ihsanda kusur etmedi hiç!
  • بستدم جمله عطاها از امیر ** بخش کردم بر یتیم و بر فقیر
  • Bütün ihsanlarını aldım, fakat hepsini yetimlere, yoksullara bağışladım.
  • مال دادم بستدم عمر دراز ** در جزا زیرا که بودم پاک‌باز 1750
  • Mal verdim, karşılığında uzun bir ömür aldım... Çünkü içim pek temizdir benim!
  • پس بگفتندش مبارک مال رفت ** چیست اندر باطنت این دود نفت
  • Bunun üzerine dediler ki: o kutlu mal gittiyse içindeki bu duman, bu hararet nedir ya?
  • صد کراهت در درون تو چو خار ** کی بود انده نشان ابتشار
  • İçinde diken gibi yüzlerce pislik var... Hiç keder, muştulanma nişanesi olur mu?
  • کو نشان عشق و ایثار و رضا ** گر درستست آنچ گفتی ما مضی
  • Söylediğin o geçmiş şeyler doğruysa nerede aşk, bağışlama ve razı olma nişanesi?