English    Türkçe    فارسی   

4
75-99

  • منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را 75
  • O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör!
  • چشم خود بر بند زان خوش‌چشم تو ** عاریت کن چشم از عشاق او
  • Kendi gözünü yum. Gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin...
  • بلک ازو کن عاریت چشم و نظر ** پس ز چشم او بروی او نگر
  • Hatta âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
  • تا شوی آمن ز سیری و ملال ** گفت کان الله له زین ذوالجلال
  • Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a verirse Allah, kendisini ona verir” dedi...
  • چشم او من باشم و دست و دلش ** تا رهد از مدبریها مقبلش
  • “Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... Bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu.
  • هر چه مکرو هست چون شد او دلیل ** سوی محبوبت حبیبست و خلیل 80
  • Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur!
  • حکایت آن واعظ کی هر آغاز تذکیر دعای ظالمان و سخت‌دلان و بی‌اعتقادان کردی
  • Vaaza başladı mı zalimlere, taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
  • آن یکی واعظ چو بر تخت آمدی ** قاطعان راه را داعی شدی
  • Bir vaiz vardı... Minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
  • دست برمی‌داشت یا رب رحم ران ** بر بدان و مفسدان و طاغیان
  • Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
  • بر همه تسخرکنان اهل خیر ** برهمه کافردلان و اهل دیر
  • Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
  • می‌نکردی او دعا بر اصفیا ** می‌نکردی جز خبیثان را دعا
  • Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.
  • مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست 85
  • Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler.
  • گفت نیکویی ازینها دیده‌ام ** من دعاشان زین سبب بگزیده‌ام
  • Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
  • خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
  • O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
  • هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
  • Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
  • کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
  • Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.
  • چون سبب‌ساز صلاح من شدند ** پس دعاشان بر منست ای هوشمند 90
  • Benim iyiliğime sebep oldular... Ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!”
  • بنده می‌نالد به حق از درد و نیش ** صد شکایت می‌کند از رنج خویش
  • Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikâyette bulunur.
  • حق همی گوید که آخر رنج و درد ** مر ترا لابه کنان و راست کرد
  • Allah da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu,
  • این گله زان نعمتی کن کت زند ** از در ما دور و مطرودت کند
  • Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikâyette bulun!
  • در حقیقت هر عدو داروی تست ** کیمیا و نافع و دلجوی تست
  • Hakikatte her düşman senin ilâcındır... Sana kimyadır, seni faydalandırır, gönlünü alır senin!
  • که ازو اندر گریزی در خلا ** استعانت جویی از لطف خدا 95
  • Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarına sığınır, Allah lütfundan yardım dilersin.
  • در حقیقت دوستانت دشمن‌اند ** که ز حضرت دور و مشغولت کنند
  • Dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır; onlar seni Allah tapısından uzaklaştırır, seni meşgul ederler!
  • هست حیوانی که نامش اشغرست ** او به زخم چوب زفت و لمترست
  • Bir hayvan vardır ki adına porsuk derler... Dayak yedikçe şişmanlar, semirir, semirir.
  • تا که چوبش می‌زنی به می‌شود ** او ز زخم چوب فربه می‌شود
  • Ona sopayı vurdukça iyileşir. Sopa vuruldukça semirir, büyür...
  • نفس مومن اشغری آمد یقین ** کو به زخم رنج زفتست و سمین
  • İşte müminin canı da hakikatten bir porsuktur, o da zahmet ve meşakkatlerle kuvvetlenir, semirir.